Hoş Geldiniz Mesajı Gibi Bir Metin Ekliyorum Şu An;

Hoş geldiniz! Kahve içiniz!

Saygılar...

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Sokrates'i Üzüyorlar,Egosuna Egosuna Dokunuyorlar!

Sevgili Atinalılar,  Yurttaşlarım;

Anlaşalım!
Ben bir şey diyorsam, bir şey biliyor da söylüyor olmak zorunda değilim! Sokrates sevdiğim düşünürdür, izinden giderim yeri gelir.. Bildiğim bir şey varsa o da, hiçbir şey bilmediğimdir! Anlayın artık, lütfen!
Çok şey bildiğini sanan insanlardan da hiiiç haz etmem! Ne kadar çok şey biliyor olabilirsinki mübarek! Evrenin sırrını mı çözdün, arşa mı çıktın, nirvanaya mı ulaştın ne yaptın, ha? Yok! Hoşlanmadığım insanlar listesi giderek kabarıyor.. Çok sevilesi değiller, bende mi kabahat! Gelin görün ki çok sevdiğimi zannediyorlar, hem de çoğunu! Yok artık! Sanırım biraz saflar! Ya da benim içim dışım birbirinden habersiz.. Bilemeyeceğim..

Bilmiyorum deyince rahatlıyorum aslında.. Tüm tartışmalara da bu bilmemezlikle giriyorum. Bilmediğim için de, kolayca "doğrusunu" kabulleniyor olmalıydım, ama öyle olmuyor. İşte ben de tam olarak bu yüzden hoşlanmıyorum "çok bilenlerden"! Onlar yüzünden avantajlarım hiç oluyor, kızıyorum!

Kardeşim, ne demeye sözüne "peygamber sözü" muamelesi yapıyorsun? Bu kadar sorumluluk fazla! Kahvedeki Veli amcanın sözü olsun, politika yapsın.. Kulaktan kulağa dolaşır, seveni de çok olur! Ama hayır, ille bilimsel bir takım araştrma sonuçlarıyla destekleyecek ve kahvedeki Veli amcadan geri kalmaz şekilde at gözlüğüyle havalı havalı konuşacak (Veli amca at gözlüğü takar, ona yakışır, kültürü budur, doğasında vardır, bildiği vardır!)! Kendinle çelişirken aklın neredeydi diye sormak isterim! Karakter bölünmesi, kültür çatışması, aslına dönüş, aslını inkar... Hepsi var!

Oysa bana karşı üslubu şu yönde olsa, "Ben böyle düşünüyorum, böyle biliyorum ama yanlış düşünüyor veya yanlış biliyor olmam ihtimaldir", ben de karşımdaki, kendi fikrini anlatan ve başka fikirlere de açık kapı bırakan, yani ben fikri üzerine fikir üretirken "ağanin pokinin üzerine pok mi olir looo!" demeyen, kişiye ve söylemlerine ılımlı yaklaşacağım. Belki bir tarikat kuracak ve müridi olacağım.. Yazık oldu bi kere artık, ne yapalım..

Böyle böyle derken, bilmiyor olmam da hiçbir pohuma yaramıyor ve ben çok bildiğini sananlara gıcığım! Artıya geçebilecekken eksiye düşürdüler beni.. Dünya çok acımasız!

Sokrates'ten yine bir özlü söz: "Felsefe hayretle başlar" 
...
Hayret bi' şey!




29 Mayıs 2012 Salı

Aradığınız Emlak Hurriyetemlak.com'da!


Emlağa dair her şeyi tek çatı altında buluşturan www.hurriyetemlak.com, çok seçenekli güncel ve detaylı ilanlarıyla, gelişmiş arama özellikleri ve kullanıcı dostu tasarımıyla, sektöre dair güncel haberleri ve istatistiki bilgileriyle, tam anlamıyla emlak sektörünün nabzını tutuyor.

Satılık ve kiralık daireler, ofisler, iş yerleri ve tüm konut projelerini bulabileceğiniz www.hurriyetemlak.com, sunduğu çok sayıda seçenekle size aradığınız emlağı mutlaka bulma olanağı sağlıyor.

İlanlarda okul, hastane, restoran, alışveriş merkezi gibi çevre bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Video desteğiyle gayrimenkulü içindeymişcesine izleyebiliyorsunuz. Baktığınız evin ya da iş yerinin net konumunu harita üzerinde görebiliyorsunuz.

Bu kadar kolaylık ve çok seçenek varken www.hurriyetemlak.com’da, aradığınız emlağı ya da emlağınızın talibini bulmanız an meselesi!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

25 Mayıs 2012 Cuma

Eurovision'a Dair (?)


Dün akşam salonda bi' başıma oturmuş tv izliyordum. Hatırlamıyorum ama çok muhtemel kahve de içiyordum. Çünkü genelde kahve içerim. Hareketsiz/az hareketli yaptığım bir eylem varsa, kahvede oralarda bir yerdedir; ya elimde ya da sehpanın üzerinde. Annem bugün "yaşayasın toprakları kadar, büyükbaban gibisin." dedi. Annemin özlü sözlerine diyecek yok! Büyükbabamın da köyde, elinden çay bardağı eksik olmazdı. İstanbul'a geldiğinde de eksik olmadı ama ben köye gittiğim zamanlarda hatırlıyorum. Elinde bardak, köy yolundan yukarı doğru ağır ağır yürürdü (bkz: az hareket). Sonra da bardağı yukarılarda bir yerlerde, yol kenarına bırakırdı, biz gider alırdık.

Büyükbabama benziyor olabilirim ama mevzu bu değildiki!
Televizyon izliyordum, evet.. Kahvem de vardı. Geçeliiimmm!

Zapink eylemini gerçekleştirirken, bir de  baktım ne göreyim, Eurovision!Çok şaşırdım! Böyle bir afalladım ki sorma gitsin... Ve ben neden konuma sadık kalamıyorum? Neden Allahım yaa? Oysa dün kandildi ve ben çok dua etmiştimya! Gerçek!

Şaşırmadım. Eurovisionu gördüm, bunu izleyeyim bari dedim. Malum;Can Bonomo, şarkı güzel, çizgi film şarkısı gibi diyenler oluyor çevremde ama onlara "vataşiba vataşiba" demek istiyorum.. İzliyorum, gayet normalim. Ülkeler çıktı, şarkılarını söylediler, genel olarak sevmedim.. Bence bizimkisi baya daha iyiydi onlardan. Sonracığıma,yirminci ülkede şarkısını söyledikten sonra oylama yapılacak ve finale kalan ülkeler belli olacak. 1,2,3,4.. derken Türkiye demiyorlar. 9 dediler, Türkiye demediler! Neyse 10'da Türkiye dediler, finale kaldı Can Bonomo falan filan...
Tabii ki bir Eurovision değerlendirmesinden bahsetmek değil amacım..

Sonuçlar açıklanırken şöyle bir düşünce geldi bana (töbeebismilah); Sanki ben izlediğim, benim gözümün önünde cereyan ettiği için ve içten için Can Bonomo'nun finale kalmasını istediğim için, Can Bonomo finale kalamayakmış gibi.. Düşünce bu!

Sonra daha önce de böyle şeyler düşündüğümü hatırladım; Maç izlerken, yarışma izlerken...

Uğursuz olduğumu söyleyen sazanları duyar gibiyim.. Değilim. Hem değilim, hem de uğursuzluk getirdiğim yönünde bir inancım yok!

Düşüncenin bana gelmesiyle, nedeninin gelmesi eş zamanlıdır!
Anladım ki, ben, güzel şeylerin, özellikle gerçekleşmeme ihtimali de bulunan güzel şeylerin, insanın gözünün önünde gerçekleşmeyeceğine inanıyorum. Bilinçaltım böyle diyormuş.

Bana göre, güzel şeyler duyulurmuş, haberi gelirmiş.. Olma aşamasındayken görülmezmiş. "Olacak, oluyor ve olduuuu!" diye bir şey yokmuş.

Ya.. Bir Eurovision'dan içsel yolculuğa,kendini tanıma, gözlemlemeye bağlarım! Yaparım bunu, şaşıran da şaşırır.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ciddiyetle Mizah Yapılır, Yapılmaz... Kim Bilir..


Aradan bir haftadan uzun bir süre geçtiğine göre artık söyleyebilirim!

Üslubumu ciddiyetsiz bulan sevgili x kişisi;
Öncelikle anlamadığın, üslubum ciddi! Hiçbir vakit ciddiyetsiz olmadım! Ciddiyetle zıvanadan çıktım yeri geldi, yeri geldi ciddi ciddi saçmaladım.. "Ciddi ciddi saçmalıyo la bu kız!" derler.. O derece! Ve en mühimi, ciddi ve sıkıcı bir tipiniz var sevgili x kişisi! Eğlenceli ve matrak (ama her daim mesajlı, özlü sözlü) tarzımı anlayamayışınızı   
buna veriyorum ve sizi affediyorum! Zeus gibiyim adete..

Gelelim size y kişisi;
Siz de bir yerde "sevgili"siniz tabii.. Ama sevgili y, niçin ekürinizi hiç tanımadan benimle iletişime geçersiniz? Yazık değil mi bana, günah değil mi bana? 

Evet.. Bu da böyle bir hikayeydi ey dostlar!
Şimdi soruyorum size; ben burada ne anlatmaya çalıştım?

Not: "Çok samimi"yi "ciddiyetsiz" olarak algılayan ve bundan ötürü alınganlık gösteren, kin duyan, diş bileyen Kadın; kuzum sen nasıl bir kafadasın?

18 Mayıs 2012 Cuma

İyi gidiyordum.. Sarpa Sarıyorum!

Ne kadar çok şey istediğimi biliyor muydunuz? Peki bunların çok da küçük şeyler olmadığını?
Bilmiyordunuz..
Kimsenin "bilmediği" (bilmekle inanmak ayrı şeyler) ve bir tek benim bildiğim (yakın zamanda öğrendim) ise; ben bunları yapacağım!


Öncelikle şunu söylemek isterim, hiçbir zaman iddialı biri olmadım. Olmadım işte.. İyi bi' şey değildi ama, öyleydi. En iddialı olabileceğim şeylerde bile, hatta tanıdığım hiç kimse benden daha iddialı olamayacakken (ama olurken) bile öyleydim.
Ve şimdi anlamışsınızdır ki, öyle değilim!

Ne oldu sanırsınız? Birden bire başıma sihirli değnekle mi dokundu peri, ya da vahiy mi indi?
Yoo hiçbiri olmadı.
Sadece, görebiliyorum artık (göz bozukluğu çok fena!).. Aynaya bakınca kendimi görüyorum, konuşurken görüyorum, yazıp çizerken, çalışırken, gülerken, sinirlenirken, kırılırken, el uzatırken, elim havada kalırken.. Hep kendimi de görüyorum. Gördüğüm şey bana hak sahibi olduğumu söylüyor..

Eskiden bi' de öteye doğru bakınca, böyle flu, sisli, ne çıkacağı belli olmayan bir yer, bir hayat vardı; şimdi o yok! Daha çok netlik var.. Benim sevgili güzel hayatım!

Vesaire vesaire diye de gider..
Genelde "bu tarz"benim pek mevzum olmaz bilirsiniz ama yazmak istedim.. Yazdım da nitekim! Kimse de yazma demedi! Şu blogda sıçıp sıvasam yapma, etme diyenim yok!
Heyhat! Sorumluluklarım var benim, hepsi benim, üzerime üzerime.. Tanrıııımmmm!

Ne kadar dayanabilirsin diye sorsanız, "aha da işte bu kadar" derim. Giderim o halde artık!
Biricik son sözüdür bu yazının; Ciddiyetsizliğe vurduysam, fazla ciddiyeti sevmediğimden! Oysa ki ciddiydim..


15 Mayıs 2012 Salı

Yağmur Yağıyor ve Meteoroloji Pek Kayıtsız!




Yağmur görünce seyir halimi alıyorum.. İşi gücü bırakıyorum, camdan bakıyorum (aaaarap kııııızııı camdan bakııyooooorr, evet!).. Meteoroloji bu durumdan kendine pay çıkarmasın. Çok yanılır! Benim yağmurla olan ilişkimde az da olsa etki sahibi olmak kıvanç duyulacak bir durum olabilir, ama meteorolojiyle hiçbir alakası yok! O beni çok yanılttı.. Hayal kırıklıklarına sevk etti beni ansızın.. Sana şarkılar, şiirler yazacağım meteoroloji! Sitem dolu sözler bunlar! Rezil edeceğim meteorolojiyi! Sınıfın şişman ve sivilceli çocuğunun, tüm sınıfın önünde aşkını ilan ettiği az güzel kız gibi rezil olacak! Hain planlar bunlar..

Meteoroloji ve yağmur ile ilgili yazmak istediğim sanırım anlaşılmıştır..

Önce Yağmur!

Yağmur'u hep izlerim.. Nerede görsem izlerim.. Ofisteysem işi bırakır izlerim, evdeysem oturur izlerim, sokaktaysam oracıkta dikilir izlerim ve sıçana dönerim tabii ki.. Ne bekliyordun! Neden izlediğimi inan olsun hiç bilmem, çünkü yağmuru sevmem! Tamam, sevmem demek biraz abartı olur.. Çekingen, tutuk bir iletişimimiz var diyelim. Gelişmiyor, geriliyor! Ha, filmlerde, romantik sahnelere yakışır orası ayrı. Benim hayatımda ise, hareketimi kısıtlayan, beni toplu taşımalara mahkum eden, babet ve sandalet giymemi engelleyen, saçımı başımı bozan baş belası bir şey yağmur! Mayıs geçiyor ve ben artık yağmayacağı günü bekliyorum sabırla (sinirle.. ya da küfürle!)..

Sonra Meteoroloji!

Pazar günü bakmış olduğum hava tahmin raporlarına göre, haftasonuna kadar şehri sel götürüyordu; yağmur, çamur, fırtına! Şaka! Yağmur görünüyordu sağanak halinde bütün bir hafta. P.tesi baktığımda ise perşembe günü parçalı bulutlu idi.. Bir günde neler değişir bu ülkede! Bugün baktım, yine kara kara bulutlar görünüyor perşembeye.. Yarın da yine yağmur görünür perşembeye.. Ve bu böyle süreeeer gider! Ne istiyorsun benden a canım meteoroloji? Niçin derdin var benim perşembemle? Hadi geçtim perşembeleri, cumaları; bir bilimsin sen meteoroloji! Böyle duygusal gel gitler yakışıyor mu sana! Sergi açacağım sana!

Nazikçe içimi döktüm, hoş oldu.. Ve İstanbul'da Salı akşam üstü hava durumu; Pencereden içeri giren yakıcı güneş, oysa az önce nasıl yağmur yağdı!



11 Mayıs 2012 Cuma

"Karaköy Vapuru Hareket Etmiştir!".. Hadi Canım!


Avrupa yakasını özledim!
Çok özledim!

Moda sahilde oturup kahvemi yudumlarken (kahve hep yudumlanır.. Başka nasıl içilir?),sessizlik vardı. Martı sesleri vardı, bir adet taka (gel gör ki karadenizliyim.. Taka denir, başka ne denir!) geçiyordu, şaşılası, evet, yunus ailesi hoplaya zıplaya geçti gitti gözümün önünden.. Öğlen saatleri ne hoş ne güzeldi.

Heyhat! Tatminsizlik diz boyu.. Dünyaları verseler, hani nerede marslar, jüpiterler, venüsler.. hani?
Budur!

Saadet ve huzur saracaktı dört bir yanımı.. Olmadı! Ki, şimdi anlıyorum... İhtiyar mıyım ben? Huzur evine mi kapanayım! 

Neyse..

Gözüm karşı kıyıya takıldı bir an.. Galata kulesi var ya o Galata kulesi.. Kanıma giriyor arkadaş! 

Sislerin arasında bile kendini bi' güzel gösteriyor ki niçin? Ben bunu sorgularım! Derdi ne acaba?

Hatırladım.. 
Bir zamanlar ne sık giderdim oralara.. Bir ayı geçti vapura binmişliğim yok(var! mübalağa yapıyorum.. dramatik yapı güçleniyor)! Karaköyden Taksim'e çıkmışlığım, Kabataş'ta çay içmişliğim.. Yok anacım yok!

Kadıköy'e tıkıldım kaldım resmen! 
Severim esasında.. Aslında çok sevmem.. Biraz severim.
Sıkıldım!

Avrupa'ya kaçacağım yakın zamanda. Köprüde, arabaların arasında Anadolu'dan Avrupa'ya doğru topuklu ayakkabılarıyla koşan bir kadın görürseniz, beni şişli metrosuna kadar bıraksanız ya..

Sağlıcaklan..

Not: Ben de olsam gider Galata'yı çekerdim, Taksim Nostaljik Tramvayları çekerdim, Sultanahmet'i çekerdim.. Turistlere de bi' güzel kakalardım. Tutup da Moda iskelesini çekmezdim yani!
Alınma sevgili Moda Sakini (sakinsin neticede.. )!

En Yaratıcı Anneler Günü Hediyesini mi Arıyorsunuz?



Anneler Günü’nün en yaratıcı hediyesini aramanıza artık gerek kalmadı. Vestel'in bu yılki Anneler Günü’ne özel tasarladığı Anne Bak N’aptım Facebook uygulamasıyla, annenizin sevinç gözyaşları garanti :)

Malum, sosyal medyanın popülerliği arttıkça, “kaç yaşında olursa olsun, yeter ki gözümün önünde olsun” diyen annelerimiz, Facebook’ta da “arkadaşımız” oldular. Bir hesap açar açmaz da genelde yaptıkları ilk iş, profil ya da kapak fotoğraflarına biricik evlatlarının resimlerini koymak oluyor.

İşte buradan yola çıkan Vestel, Facebook sayfasındaki Anne Bak N’aptım uygulaması ile kullanıcılara, Anneler Günü’nü Facebook’ta “anne stili” kutlama şansı veriyor.  Vestel'in bu uygulamasıyla, Anneler Günü kutlamanızı Facebook kapak resminize taşıyıp, annenize olan sevginizi dünyaya ilan edebiliyorsunuz. İsterseniz kendi annenizin fotoğrafını şablonlara yerleştirerek kendinize özel bir tasarımla, isterseniz de önceden hazırlanmış tasarımlardan birini kullanabiliyorsunuz.

Üstelik, annesi için tasarım yapanlar çok özel bir indirime de hak kazanıyor. Bu Anneler Günü’nde annesine en yaratıcı hediyeyi vermek isteyenler buraya:

http://gid.io/AnneBakNaptim

Bir bumads advertorial içeriğidir.

6 Mayıs 2012 Pazar

Sen de mi Brütüs!

"Ben de mi Sezar!"...

Brütüs böyle bir şey söylemiş olabilir mi? Yani, Sezar'a hançerlerini saplayan altmıştan fazla kişiden biri kendisiyken.. Sezar, son sözleri olduğu iddia edilen kelimeleri dile döktükten sonra.. Şöyle bir olduğu yerde doğrulup, ileriye doğru "jeton düştü" bakışıyla, "Ben de mi Sezar!" demiş midir?

Dememiştir!


Çünkü hiçbir Brütüs böyle bir şey söylemez! İtinayla kurulan cümleler, kendini aklar niteliktedir.

Sezar'ı öldürmüş olabilir.. Sezar bunun için kızmamalıdır. Niçin kızıyordur? Brütüs'ün Sezar'ı öldürmesi gayet normal bir davranıştır. Zaten Brütüs mütemadiyen Sezar'ı öldürür.. Her zaman yaptığı şeyi yine yapmıştır.. Sanki Sezar biraz abartıyor mudur nedir..

Hayır!


Jetonun düşüş anı vardı ya, işte o an, Sezar için bu andı.. Sezar aptal biri değildir (varsayıyorum!). Brütüs'ün nasıl biri olduğunu anlamış olması gerekirdi. Anlamıştır da.. Ama, bazen, "yüzde yüz" bekler insan, emin olmak için. Görmek istemediğin şeyi görmek hiç hoş değil..

Bence Sezar'ın tek şanssızlığı, Brütüs'ün hain olduğunu gördükten sonra görebildiği diğer bir şeyin ve tek şeyin "beyaz ışık" olmasıydı.. Başka değil.

Brütüs(ler) hakkında son bir anektod; Bencildir! Ve bu bencillik öyle büyük, öyle anlaşılması güç bir şeydir ki, tüm insanların, onun için, onunla beraber "bencil", daha doğrusu "oncul" olmasını bekler; olmayınca da şaşırır. Nasııılll olur da, onun iyiliği ve çıkarları için olan şeyi anlamaz ve destek olmaz bu insanlık!

Tuhaf, değil mi?.. Değil mi?.. Bence de, değil!


Bundan böyle ben de gayet zahmetsiz sevgiler kuracağım kendime.. Rahatlarım.. İyi olur..

Not: Sezar'a bir müdahale şarttı tabii.. Brütüs Sezar'ı arkadan vurmasın da ne yapsın? Bak! Gördün mü! Adam haklı.. Ne yapsın!