Hoş Geldiniz Mesajı Gibi Bir Metin Ekliyorum Şu An;

Hoş geldiniz! Kahve içiniz!

Saygılar...

29 Şubat 2012 Çarşamba

Siz Bu Yollardan Geçmişsiniz.. Sorry!


Bundan yaklaşık beş altı yıl önce, saçlarım siyahtı -yine siyah- ve ben siyah saçın arasındaki kızılları çok seviyordum. Zevksiz değildim; sadece ergenlikten yeni yeni çıkıyordum(?), kahverengi saçıysa çok sıkıcı buluyordum. Kara kara saçlarımı, ara ara kızıllarla süsleyecek cesaretim de yoktu. Yanabilirlerdi! O yaşlarda henüz başıma gelmemişti; fakat daha sonraları, acı tecrübelerle öğrendim ki, saç yanar!

Ben de kendime yeni bir düşünce biçimi geliştirdim; yapmak isteyip yapamadıklarını -her nedense işte- yakın arkadaşlarına (çok yakın) yaptır, gerekirse zorla! Mesela, S....'ye, saçlarını siyah/kızıla boyarsa ne kadar çekici ve güzel olacağı yönünde yalanlar söyle.
İşe yaramadı.. S...., yedinci senesini dolduran arkadaşlığımız boyunca, kahverengi saçlı olarak kaldı.

Böylece, bana başarısızlıktan başka bir şey getirmeyen düşünce biçimim rafa kalktı. Daha doğrusu, ben öyle olduğunu sandım! Geçtiğimiz cuma günü, o tozlu raflardan, tüm ihtişamıyla inip, beynimde sıkış tepiş bir yere çöreklendi. Sonuçta aradan kaç yıl geçti ve ben boş zamanlarımda kendime yeni yeni düşünce biçimleri ürettim. Beynim dolu.. Sığdıramıyorum, adeta!

Her neyse.. Yıllar öncesinden farklı olarak, bakıp görüp beğendiğim bir şeyi arkadaşıma diretmek gibi bir şımarıklığa girişmedim. Yirmi beş yaşındayım neticede; olgun davranışlar içerisindeyim. Bu defa, arkadaşım baktı gördü beğendi ve yapmakla yapmamak arasında gelgit yaşıyor. Yapması gerektiği yönünde bir kaç kelam ettim, o kadar. Ama yapması gerekiyor. Yapmazsa çok üzülece(ğim)k! Eğer ki, saçını kızıl/siyaha boyamakla eş değer bi' şey olsaydı, yalvarabilirdim bile. Yalvaramam; sonra benim götümde patlar!

Bunları anlatıyorum ama hiç düşünüyor musunuz neden anlatıyorum? Psikolojik bir araştırma konusu açtım ben burada! Sevgilisi olan kadın, beğendiği bir erkek, kendisinin en yakın arkadaşıyla birlikte olsun ister. Kilolarından dolayı üzerine olmayan elbiseyi, en yakın arkadaşı alsın ister. Şehirde yaşayan kadın, banliyöde yaşama hayali de kuran aynı kadın (Türkiye'de banliyö diye bir şey yok ama çok amerikan filmi izledim), çeşitli sebeplerden dolayı banliyöye taşınamıyorsa, en yakın arkadaşı gidip banliyöye yerleşsin ister -en yakın arkadaşını niçin kendinden uzağa göndermek istiyor bu kadın? Bu da farklı bir araştırma konusu!

İşte kadınların böyle tuhaf bir düşünme biçimleri var. Maksat, psikanalistlere mevzu çıksın!

Ben geliştirdim dediğim düşünme biçimini meğerse ben geliştirmemişim diye yalancı mı oldum şimdi? Olmadım! 18-19 yaşında bi' şeydim; nereden bilebilirdim ben giderken çoktaaan dönüş yolunu yarılamış kadınlar olduğunu!

28 Şubat 2012 Salı

gibi gibiyiz gibiyiz gibigibiyiz gibigibiyiz gibiyiiiizzz....

Geçmişten günümüze, kişileri yanlış yola sevk eden bir klasikten bahsedeceğim; Gibi Yanılsaması!

"Aynı evde yaşıyor gibiyiz.", "Sevgili gibiyiz", "Kardeş gibiyiz", "Bu iş yerinde bir aile gibiyiz"...

Gibi: Sözlük anlamıyla; -e benzer. Bir şeye benzeyen, ama bir şey değil!

Yukarıda, tırnak içerisinde verdiğim örnekler üzerinden, "gibi" olmakla, "öyle" olmak arasındaki büyüüüüük farkı, naçizane, açıklayayım.

Aynı evde yaşıyor gibiyiz, evet..  Sabah akşam evimdesin! Yiyorsun, içiyorsun, iştahın yerinde maşallah! Mutfak masrafındansa haberin yok. İçiyorsun dediysem de, su içmiyorsun; bira içiyorsun, şarap içiyorsun, şarabı halıya döküyorsun, bira kutularını çöpe atmıyorsun! Evi bok götürüyor! Temizliğine de düşkünsün; mütemadiyen duş alıyorsun.. Su faturasının hali nice olacak! Ay başı kira zamanı, cebinde akrep mi taşıyorsun? Bi yüz kağıt da ben atayım desen belki bir dua alırdın! Paaardon şekerim, ev arkadaşı "gibiydik" değil mi? Evim evim güzel evim neticede!

Sevgili gibiyiz de dedik.. O halde neden sevgili değiliz? Neden benim de kutlayacak bir yıl dönümüm yok? Tabii yaa, ne gerek var şimdi? Kötü hissettiğimde yanımda olman gerekecek, ara ara tatlı minik sürprizler.. Kadınım ya, kaprislerime de katlanacaksın. Başka kadınlar da yok. Sadakat şart! Alçak olursun, kalleş olursun, hain olursun sonra.. Allah muhafaza, kene gibi bir yapışırsam.. Yapışırım! Takılıyoruz yaa, bir senedir takılıyoruz. Rahat..

Kardeş gibiyiz? Hadi canım! Haksızlık ediyorsun.. Dolabımı dağıttın diye saçından tutup odamdan attım mı seni hiç? Sana uyuz olduğum zaman, saç modelinin ne kadar iğrenç olduğunu yüzüne karşı söyledim mi? Seviyeli(?) bir tartışmanın ardından, sırrını, annenin yanında ağzımdan kaçırdım mı? Yapmadım! Peki şimdi sen beni neyle suçluyorsun? Bir laf ediyorsun da, karşılaşacağın şey hakkında hiçbir fikrin yok. Kardeş "gibi" olduğumuz için ama, sıkıntı da yok..

İş yerinde bir aile saadeti yaşıyoruz! Patron dehlediği zaman ne saadeti yaşıyoruz? Şirinler köyünde mi yaşıyoruz? Ne yalandan laaa laaa lalalalaaa lalaalalalaaa... Ne bu şimdi? Üç aylık stajyerin koltuğunda gözü var saftirik! Uyu sen daha.. Madem aile gibisiniz, patron seni evlat edinsin, cebine de harçlık koysun, sonra da elele tutuşup şirin çilekleri toplamaya gidin! Söylemem gerekir ki, "Gibi Yanılsaması"nın en iiiiğğğyyyrrenç örneği sen oldun. Kötüsün dostum!

Sözün kısası (sözün kısası da vardı tabii. ben uzattım. laf olsun, söz olsun..); "Gibi" olması şahane, "Öyle" olması korkunç! "Öyle"ye baş parmak aşağıda işareti yapalım (bu işaretin adı mı var!); layığın budur senin!


27 Şubat 2012 Pazartesi

Gülerken Düşündüm.. Kahvaltı da Yaptım!


Utanarak söylüyorum; How i met your mother'i ilkı defa üç gün önce izledim. Barney'i ben de tanıyordum elbette, fakat kulaktan dolma. Eğlenceli, komik bir sitcom işte. Bildiğim sadece bu kadardı. Şimdiyse, sitcom olduğunu söyleyenle tartışırım. Tıpkı, bir zamanlar mavi ya da yeşil olarak adlandırılan turkuazın, bugün turkuaz olduğunun biliniyor olması gibi. Evet.. Mevzumuz da bu değil tabii. Turkuaz en sevdiğim renk olsa...

Çok sevgili arkadaşım D..., nedendir bilinmez, tek bir bölümünü izlemediğim dizinin, tutup en son bölümünü izletti. Anlamadığımdan değil, anladım! Ama niçin karakterlerle, herkes gibi, tanıştırılma usulüyle bir tanışmam olmasındı? Olmasın, çok da mühim değil.

Bilmem kaçıncı sezonun -7. sezon olsa gerek- bilmem kaçıncı bölümünü izledik. Çok güldük falan filan derken.. Geçenlerde de başıma geldi. Uzun süredir izlemediğim bir komedi dizisine rast geldim, izleyeyim dedim. Yahu, abzürd komedi değil misin sen dizi, neden ağlatıyorsun! Ağlamadım da gözlerim birazcık sulandı.. Neyse.. How i met your mother'da tabii ki öyle bir göz yaşarması, bir burun çekmeler olmadı. Adamlar Amerikalı, ne bilsinler ajitasyon!

Acıklı bir sahne değildi, duygusal bir sahneydi -İlk dört bölümünü izledim sonra, yok öyle duygusal sahneler.

Dünya ne kadar güzel bir yer diye düşündüm. Evet, ne kadar güzel ve ne kadar çokuz, ne kadar kalabalığız. Yolda yürürken karşılaşıp sadece selam verdiğimiz, selam bile vermediğimiz çünkü adını bile bilmediğimiz, hiç tanımadığımız, yüzünü bile görmediğimiz milyarlarca insan var. Ve işte dünyanın güzel olan tarafı da burada ortaya çıkıyor; bu insanların hepsiyle, herhangi biriyle bir gün tanışıp tanışmayacağımızı bilmiyoruz. Bugün hayatımızın hiçbir yerinde olmayan kişinin, yarın neresinde olabileceğine dair hiçbir fikrimiz, tahminimiz yok. Çok şaşırtıcı, umut verici, hatta mucizevi bile. Güzel işte..

Aslında bütün bunları ben düşünmedim. Sahneden çıkarttığım gizli anlam değildi. Dizinin o bölümünü izleyen milyonlarca insanda kaçınılmaz olarak benimle aynı şeyleri düşündü.
Öyle söz etseydim, "vay be, ne güzel mesaj vermişler" falan demem gerekirdi, ki sahnenin mesajından ben niye bahsedeyim! İsteyen izler, mesajını alır yani. Komisyon alıyorum sanki!
Bir tek ben  düşünmüşüm, anlamı ben bulmuşum gibi yapınca daha anlamlı oldu. Bence oldu!

23 Şubat 2012 Perşembe

Sütten Ağzı Yanan Yoğurdu Üfleyerek Yer mi Jack? Söyle!


Efendim, bizler öyle lafı gediğine oturtmak için ya da beş cümlelik anlatımı tek cümleye sığdırmak için atasözlerine başvuran bir kuşak değiliz. Ninelerimiz, dedelerimiz öyledir. Öyledir dedim, yalan oldu! Benimkiler değil, sizinkiler öyle. Biliyorum, evet..

Atasözü olsun, deyim olsun.. Yok artık bunlar! Daha ziyade, izlediğimiz filmlerden replikler, okuduğumuz(?) kitaplardan alıntılar kullanıyoruz. Mesela şunun gibi; sevgilin tarafından terk edilmişsin ve filmde geçen replikte şu,  "Sevgililer böyledir Jack. Terk ederler. Bugün mutlusun diye sonsuza kadar mutlu olamazsın. Üzülme; O da bir gün allahtan belasını bulur elbet. Yaptığı yanına kar kalmaz." Vay anasını! Hangi atasözünde, adamın biri Jack'e onu terk eden sevgilisi için allah belasını verir der? Demez! Kabul edelim, replikler çok havalı!

Yine de ne gerek var diyorum şahsen.

Bir kere, atasözleri, mecazi anlatımlarına rağmen, ortalama insan zekasına seslenirler. Deden, "Ak akçe kara gün içindir oğlum" dediği zaman, "öyledir dede" onayında amacın neydi eşşoğlusu, diye sorarlar adama! O zaman, haklıyım! Atasözündeki gizli anlam, hiç de gizli değildir. Film replikleriyse -En çok film replikleri. Yoksa kitaplardan alıntılar ve daha başka bir sürüsü- kafa karıştırır. Tam, anladım derken, meğer bi bok anlamamışsın.. Öncesini sonrasını bilmek gerekiyor çünkü. Biri bir şey söylüyor ama, sonrasında ona karşılık ne dendi ki? Belki    o kocaman kocaman laflar eden adamı, tek cümle de şut ettiler, ne malum! Belki filmin çok etkileyici diğer bir karakteri var ve o da karşı görüşte, afilli cümleler kurdu! Tamam sen filmi izlemişsin ama ben izlemedim! Havada uçuşan bir sürü kelime.. Öyle valla!

Replikleri, filmin karakterlerinden bağımsız düşünemezken, atasözleri öyle mi! Sanki, hiç kimse söylememiş gibi ya da herkes söylemiş gibi.. O kadar anonim!

Misal; Damlaya damlaya göl olur dedim.. Kim biliyor benim söylediğimi? Hiç kimse! Ya!

22 Şubat 2012 Çarşamba

Dilekleriniz İçin, Sihirli Lamba Şart!


25 yaş sendromu diye bir şey yoktu değil mi? Ha, tamam o zaman!

Yeni yaşımın ilk gününde -ikinci günü mü oluyor yoksa-  doğum günüme, doğum gününe ve doğumuma dair düşündüklerimden bahsedeyim acık..

Beni leylekler getirdi. Doğumumla ilgili olan.. İnanmayabilirsiniz, manyak mısınız sanki neden inanasınız, ama ben  pek inandım açıkçası! Aslında mart ayında azgın bir kedi olacakmışım (yumuşak pati kitty olurdum belki de kim bilir), lakin, sarhoş leyleğin efkarı neticesinde, ailemin çocuk sayısına artı bir oldum. Heyhat! Hayat sen ne tuhafsın!

Öyle böyle derken, yıllar geçti de geçti.. 25 yılın ardından, ben yine iyi ki doğdum! İyi ki doğduğumu ilk düşünenler; çok sevgili bankam, biricik telefon şebekem ve üyeliğimin bulunduğu internet siteleri.. Benim sadık yarim, onlar! Beni seviyorlar!

Başkaları da var elbette beni seven.. Hediye bile verdiler, seviyorlardır o zaman? Üstelik bütün gün nerelerden nerelere hediyelerimi taşıdılar. Ne kaddar centilmence bir davranış! Benimkisi yüzsüzce bir davranış! Bakınız, özeleştiri yapıyorum!

Hediyelerden söz açılmışken -hediyelerden sözü ben açtım.. boşuna mı!-, hani bir kızın en iyi dostu pırlantalardı!            
Genel olarak böyle bir iddaa yok, Matmazel Satine'nin iddaasıydı bu.. Ama kapitalist dünyada böyledir; yükte hafif, pahada ağır hediyeler makbuldür. Tabi ki bana kimse pırlanta almadı.. Sadece pırlanta örneğinden yola çıktım. Vardığım; hediyeye verilen uğraş, o kişiye özel olması... bunun gibi şeyler hediyeyi daha bir anlamlı kılıyor. Ya da ben böyle düşünüyorum.. Diğerleri belki başka düşünüyor. O zaman bu ne demek; ben şahaneyim! Bunca lafı bi iki hediyeden için mi yaptım? Saf seni!

Caaanım yüzü eciş bücüş bi hale getirilip, karikatürize edildi diye sevinen kadın da ilginç bir kadın.. Derinlerinde çok acayip şeyler gizli, bence! Bahsetmeyeceğim!

Pasta mumu! Evet.. Dilek tutuyorsun, üflüyorsun, sonra da kesiyorlar, yiyorsun falan filan.. Dilek tutma kısmı benim için biraz sancılı! Küçücük mumlar.. Hemencecik sönüyorlar. Ben ne dileyeceğimi nereden bileyim! Tek bir dilek mi? Daha çok olmuyor mu? Daha fazlasına zaten vaktim yetmez, mumlar söner.. Ben o mumlar sönmesin diye, en çok hangisini istediğime bile karar verememişken, böyle ortaya karışık bir dilek tutuyorum.. Tanrı benim ne demek istediğimi anladı mı acaba diye düşünüyorum şu an..

Kafa karışıklığında çığır açacağım!

Aha da işte 25 yaşındayım, ve şunu söylemek istiyorum; İki aydır bana, 25'mişim gibi davranan insan, mutlu musun!

19 Şubat 2012 Pazar

Sağlıklı ve Zinde İnsan; Taksiye Binseydik?


Yürümeyi çok seven inanlar var. İddaaları bu yönde. Belki daha enerjik bir profil çizmek adına yalan söylüyorlardır, bilemiyorum. Bakkal, manav, fırından başlayıp, bir saat uzaklıktaki alışveriş merkezi, yine aynı uzaklıktaki diğer bir semt... Yaz kış yürüyorlarmış. Ne hoş, ne güzel! Kendilerine tavsiyem; koşmayı denesinler. Bence onu da seveceklerdir!

Ama ben sevmem! Tembel bir insan olduğumu söylemek, biraz ayıp bir davranış olur.. Ayrıca çok düz mantık bir yaklaşım da olur. 

Tembel değilim! Yürünmesi gerekiyorsa yürürüm.  Toplu taşıma araçlarına bir haller olduysa, taksi varsa ama param yoksa, ablam beni arabasına almadıysa yürürüm. İçimden gelip yine yürürüm;  sıcak bir bahar gününde, deniz kenarında, mümkünse boğazın kıyısında, sokaklarda, caddelerde... Mesele, yürümek benim ya zorunluluğum yada hür irademin sonucu olmalı.Yok şuradan şuraya dolmuşa mı binilirmiş, yok ben ne biçim gençmişim, yok efendim otomobil icad olmasaymış benim hali nice olurmuş gibi tahriklere karnım da tok, tek adım da atmam!

Giyinip süslenip kapı eşiğinden dönmüşlüğüm de vardır. Hep o yürüyüş meraklıları yüzünden! Amacın nedir ki yani? Çok spor olsun istiyorsan, gel bizim evi temizle.. Bir paspas yap, bir toz al.. Değil mi!Hem, sana spor olsun da, bana yazık mı olsun! Allah allah derim ben!

En son söyleyeceğimi en başta söyledim, şimdi yine söylüyorum; Koşun!

18 Şubat 2012 Cumartesi

Çocukla Çocuk Olmayı Düşünen Yetişkin Feyz Alsın


Çocukla oyun oynuyorduk. Çocuklarla oyun oynamanın da belli başı kuralları vardır. Bu kuralların başında, oyunu çocuğun kazanması  kuralı gelir. Başka da kural yoktur. Esasında böyle bir kurala gerek de yoktur. Çocukla satranç oynamanın ne keyfi olacak! Maksat, bacaksız kendini akıllı bi' şey sansın, özgüveni gelişsin, galibiyeti yaşasın, bi' de ağlayıp zırlamasın.. O kadar! Şah ve mattan ne anlayacak sanki -satrançla ilişiğim; şah ve mat!

Oyuna herkes bu gerçeği bilerek başlar. Belki herkes de aynı gerçekle oyunu sürdürür ve sonlandırır. Ama arada, ben gibi, ikinci yenilgiden sonra şeytan tarafından dürtülenlerde çıkabilir.

Biliyorum ki yedi yaşındaki zorlu(!) rakibimin çöpleri oynatmadan alması mümkün değildi -oyunun adını hiçbir zaman bilmedim. Oynatmasına kesinlikle, ses çıkarmadan göz yumdum. O çöpleri ikişer üçer değil de, teker teker almaya devam etseydi göz yummaya da devam edecektim. "Dur ben şunları da alayım" şeklinde bir oyun yok! Anlamalıydı.. Biri o küçümeni hayatın gerçekleriyle yüzleştirecekti; kahvede hile yaparsan, ıstakayı kafana yersin bilader!

İşte ikinci yenilgimden sonra benim kafam atmış, böyle bi' kazanma hırsıyla dolmuş taşmış içim.. de, yine de hileye başvurmam pek hoş olmadı. Etik değil. Kendimle çelişmiş olmam da işin başka bir boyutu! 

Oyunun sonunda, kimse benim hile yaptığımı bilmiyordu, bileğimin hakkıyla yendiğimi düşünen de kimse yoktu. "tı tı tı..." yapan büyükler vardı. Ayıplandım sanırım..

"O zaman ben öldüm.. Benim kaderim öldü o zaman ühüüüü.." gibi anlamsız cümleler eşliğinde ağlayan küçüğü eski neşeli günlerine geri döndürme görevi de yanıma kar kaldı! 
Allahın zopası yok muydu ki acaba?



17 Şubat 2012 Cuma

Kadıköyün Yolları Taştan... "Sağa Bakamıyorum ki.. Yeşil Yandı mı, Biri Söylesin!"



İstanbullular beni anlar; Kadıköy'deydim, Kadıköylüler daha iyi anlar -ben ne bileyim Beşiktaşlılar ne kadar anlar-  ve götüm dondu! Bu soğuklarda, keyfi sokağa taşmalar olmamalı, ben bunu bilir bunu söylerim! Benim durumum farklıydı. Ben de isterdim sıcacık evimde -yalan söylüyorum. Kendimi bildim bileli bu evde yazlar sıcak, kışlar soğuk geçer- yayılmak suretiyle oturayım. Fakat, zorunlu ihtiyaçları olan, zorlayıcı insanlar tanıyorum. Zorla Kadıköy'e götürücü insanlar.. Çok yakınımdalar! Ürkütücü değil mi? Öyle..

Soğuk havalarda, akıllı insanlar kapalı alanlar üzerine yoğunlaşırlar. Günlük planlarını bu kapalı alanları düşünerek yaparlar. Misal; "Bilmem ne alışveriş merkezinde buluşalım" ya da "x kafede beni bekle" gibi... Akıllı olmayan çılgın gençler(?) de "Beşiktaş iskelesinde..." buluşurlar. Zaten hava sıcaklığı -100 dereceyse, Beşiktaş iskelesinin önünde buluşulur. Bi' çeşit ananemizdir bir yerde!

İskelede bekleyen olmadım. Şanslı olduğum düşünülebilirdi, sonrasındaki, acısını çıkartan beklemelerim olmasaydı! Moda'da, bir kafenin önünde bekledim. İçeriye davet edilmediğimden değil; iki dakikalık işi var diye düşündüm, mevzuya salça olmayayım diye düşündüm, bi' sigara içerim diye düşündüm -zararlıydılar, daha çok zararlı oldular... Deri eldivenle sigarayı tutmak zor olduğu için, eldivenimi çıkardım; daha çok üşüdüm. İki dakika beklemedim.. On dakika bekledim!

Çay içmeye gittik.. Isındım bi' yarım saat kadar.

Rıhtıma indik. Ben sanatevinin önünde bekledim. Moda'daki sebepler, yine aynı sebepler.. On beş dakika falan yokuşta durdum. Gelen geçen bana baktı. Neden baktıklarını anlamam çok kolay oldu -zekamdan bağımsız. Bakışlardan rahatsız olmasam, hazır bende de bu kafa varken, ben daha çok beklerdim! Dedim madem bekliyorum, niçin muhallebicide beklemeyeyim! Bendeki zeka parıltısını da işte orada gören gördü..

Muhallebici, evet.. Hava muhalefetine karşın, nostaljiğim ve romantiğim!

Orada bekle, her yerde bekle, rüzgara doğru yürü, koş derken.. yüz felci geçirmeden sıcacık(?) evime geri döndüm..

Pişmanlığım yok.. Yine olsa yine giderim! Benimkisi sadece.. nasıl desem... İstanbul'da kış nasıl geçer diye sorulsa, böyle geçer!


16 Şubat 2012 Perşembe

Doğum Günü Pastasından Felsefe Yapmak


Karar vermek kolay iş.. Ya şu ya bu; başka da bi' şey değil! Öyle, çok düşündüm de en doğru en güzel kararı verdim diye de bi' şey yok. Baktın ki "aaa bu yanlış kararmış!",  o zaman da başka karar verirsin.. Kararından döneni zopaylan mı dövüyorlar bu memlekette efendim! Hiç yani.. Aman da boşa geçen ne zamanlar ne zamanlar..

Onlar çok kararsız olduklarından böyle oluyorlarmış! Bak bak! Sanki ben kararlının önde bayrak taşıyanıyım! Yok ki.. Tamam, bir karar verebiliyorum ama sorsalar neden diye, çoğu zaman nedenim yoktur. Kendim bile bilmem. 3,2,1.. derken telaşla ağzımdan çıkıvermiş, ne bileyim. 

Bazı kimseler var -onlar bizim ablalarımız, abilerimiz-, kararından emin! Takdir ederim.. Hayranlık duyar, hayrete düşerim. Vahiy mi geliyor, kulağına mı fısıldıyorlar, insan üstü müsün, "sen bir insan değilsin"... gibi düşünürüm. E ama o yüce el, benim kafama dokunmadı diye de hayatımı iki ileri bir geri sürdüremem. Sanki iki tarafta bekleyen cehennem zebanisi kılıklı tipler var -öyle hayal ettim. bilinç altım olumsuzladı onları?-; bir tarafı seçince de "geeel gel gel geeeeell burayaaa" bağırışlarıyla beni aralarına çekecekler, kapıyı da üzerimize mi kilitleyecekler? Bu da olursa artık yuh derim, çüş derim, oha derim, imdat derim! Ne kaddar fantastik bir hayat yaşıyorum diye de düşünürdüm açıkçası.. 
Böyle şeyler hiç olmuyor biliyor musunuz!

Geçen zamandan mı bahsedeyim, girilebilen her evden çıkılabileceğinden mi... Bahsetmeyeceğim!

Kararsızlığınla bin yaşa! 
Temenni...

Geceniz hayrolsun efenim...




15 Şubat 2012 Çarşamba

Netbook İstiyorum; Üzeri İşlemeli, Tasarımı Renkli Olanlarından..

Teknolojiden anlamam! Ya da daha doğrusu şöyle söyleyeyim; teknolojiyle aram, okuduğunu anlayamayacak düzeydedir. Şu güne kadar kimse yadırgamadı, çünkü "kadınlar teknolojiden anlamaz"! Bilinen bir klişe.. Bilinen ve "kadınlar araba süremez" kadar olmasa da, üç aşağı beş yukarı aynı ayarda sinir bozucu bir klişe!

İşte ben de, bazen, böyle bir klişenin parçası olmayayım ya da beni görüp, genellemelerinin yanlış olduğunu düşünsünler istiyorum. Teknolojiden anlayasım geliyor; yalnızca beş dakika! Yapamıyorum.. Teknolojik ürünler satan mağazalara giriyorum.. Teknolojik ürünlerin, teknolojik özelliklerini soruyorum.. Sonra da, "Peki elinizde bu ürünün yeşilinden de var mı?" diyorum.. Görevli gülüyor.
Sonuç: Girişimim başarısızlıkla nihayet buluyor ve ben ürünün yeşilini alıyorum!

Kendimi kıstas alarak da bütün kadınlara haksızlık etmek istemem aslında.. Yok mudur şöyle teknolojiyle haşır neşir kadınlar; Mesela, laptop alacağın zaman arayıp akıl danıştığın, önerisini aldığın...? Vardır herhalde.. Dürüst olmam gerekirse pek karşılaşmadım ama, vardır..

Bu durumun benim şahsıma ait mi yoksa kadınların genel bir ilgisizliği mi olduğu çok önemli değil. Zaten neticeyi de değiştirmiyor. Dünyadaki kadın nüfusunun biri eksik tamamı teknolojiyi yalayıp yutmuş olsa, ben yine anlamıyorum yine ilgilenmiyorum!
Dayanışmalar tarafından kurtarılamıyorum..

Bitmez tükenmez sorularıma, bıkıp usanmaz bir sabırla yanıt veren arkadaşlarım var, çok şükür!


14 Şubat 2012 Salı

Psikolojik Teşhislerde Bulunuyorum Yalan Yanlış

Çocukken, lisede de olabilir, yetişkinliğimizde onlardan daha iyi olacağımıza emin olduğumuz yaşıtlarımız vardı. Belki daha çalışkandık, daha aktiftik, daha çok arkadaşımız vardı, daha çok övgü aldık, daha güzeldik, daha popülerdik, daha dahaydık! Ve fekat, her ne kadar "biz" diye bahsetsem de, siz; işler pek öyle sandığınız gibi gitmediği değil mi? Gitmez..

Nedeni basit.. Çocuk ve ergen dediğimiz insan cinsi, hiç öyle akıllı bir model değildir -çocuklar için sıklıkla aksi söylense de, yalan! Çok basmaz yani.. Hatalı gözlemlerle değerlendirme yapar, acımasız sonuçlara varırlar. Zaten önyargısızlık ve insanlara karşı sabit fikirli olmama hali, 20li yaşlarda gelişir; bazen! O küçük yaşlardaki karakter eğilimleri, bu kocamaaan yaşlardaki şaşkınlıklar olarak geri gelir. Diğer bir deyişle de; Dün yediğin hurmalar bugün kıçını tırmalar tatlıımm..

Benim esas söylemek istediğimse bu bahsettiklerimden hiçbiri değil! Mevzunun daha anlaşılır olması için, araç.. Yoksa banane çoluktan çombalaktan.. Çok da bayılmam, durduk yere de mevzu etmem!

Bu sözü geçen, his,düşünüce, eğilim.. her ne denirse işte; ona sahip üniversiteli arkadaşlar gördük. Ayıpladık! Gelmişsin kaç yaşına be kardeşim! İş güç derdine düşmen an meselesi! Aynı yolun yolcusu sanmıştık biz sizi.. Pardon! Senin sırtında kanadın mı, başında haren mi, neyin var ben anlamadım ama bi' şeyin var ki o güzel beynini bunlarla yorup, başka şeyler düşünme gereği duymuyorsun..

Hakikaten anlamadım!
Psikolog ya da onun gibi bi' şey olsaydım, "gelişme problemi" teşhisi koyardım.. Belki psikolojide "gelişme problemi" bir problem değildir.. Depresyondadır belki? Ama ben ne bilirim! İnsan psikolojisiyle mi ilgilenirim sanki? Hahayt yine!

Saygılar..



13 Şubat 2012 Pazartesi

Kutlamayandan, Kutlamayanlara..


Yazıma başlamadan önce, her hangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına açıklamak isterim ki, ben sevgililer gününü umursamam! Hiç kutlamadım, sanırım hiçbir zaman da kutlamayacağım.. Bu açıklamamdan sonra, aşağıda bahsedeceklerim size çelişkili ifadelermiş gibi gelebilir; gelmesin!

Efendim, ortalıkda bir sevgililer günü aşağılamasıdır dolanıp gidiyor.. Sevgililer günü, avrupa kapitalizminin para tuzağıymış, sevgilinin günü mü olurmuş, çok saçmaymış... Buna benzer pek çok yıkıcı eleştiri! Yapıcı eleştiriler duymak istiyorum ey halkım! Neyse, dağıtmayalım konuyu.. 

Sevgililer gününü saçma bulan güzel insanlar bana şunun cevabını versinler; Sen, küçük kardeş! Doğum gününde bilirsin 200 tl'lik ayakkabı istemeyi! Doğum günü kutlamaları acaba hangi toplumun ürünüdür ve en önemlisi, Nike küba malı mıdır? Sen, şaşkın dostum; irili ufaklı hediyelere boğmadık mı birbirimizi? Paramız vardı o ayrı.. Yeni yılda sihirli değnek mi değdi bi' yerlerimize? Yok! Ve sen, canım sevgili; Yılımız döndü de n'oldu! Bir yıl 364 günlük ilişkiyi iki yıla tamamladık çok şükür.. Hadi bunu kutlayalım! Anneler günü, babalar günü, öğretmenler günü... Yaa!

Her bi' haltın günü var da, hepsini de kutluyoruz da, sevgililer gününün ne eksiği var! Kalpli, kırmızılı, güllü müllü bi' gün işte.. Keseye zarar da, hepsinden çok mu zarar? Lütfen yani! Azıcık objektif bir bakış beklerim ben burada!

Ha ben neden sevgililer günü kutlamam.. Bilmem.. Biraz vıcık vıcık mı ne! İttiren de yok kutla kutla diye.. Bi' de böyle ne bileyim, çocukluğumdan gelen bir alışkanlığım olsa eyvallah! İçimden gelir, kutlarım da o zaman..

Çocukken sanki sevgilim mi vardı! Noel baba oyuncağım vardı, annem vardı.. Öğretmenim, canım benim canım benim... Böyleydi!

12 Şubat 2012 Pazar

Amerikayı Yeniden Keşfetmeye Gerek Yok?

Amerika'yı keşfettiğini sanan insanın göt oluşuna çok gülüyorum; "Evet ama Amerika çoktandır keşfedildi zaten.. Hatta bizzat ben kendim keşfettim!" Yazık ama!

Olayın akışı şöyle olsun; Adam, insanların uçabildiğini fark etmiş.. İnsanlar uçar abi! İnsanların ne yaparlarsa uçabileceklerini fark etmiş.. Bunu yeni anlamış ve bunu bir tek o anlamış. Bakışından, cümlelerinden, vurgusundan.. Her halinden belli ki, böyle bir şeyin farkındalığına varan insan olmanın gururunu yaşıyor.. Keşke hepimiz bunu bilsek de bakkala çakkala uçarak gitsek falan diyor? Dahası, tek bir kimsenin bile uçamama ihtimali olduğunu düşünmüyor.. Düşünse, az sonra yaşayacağı durumda -kendi tezini çürütmek pahasına- antitez üretebilirdi..Yapamadı... Canı sağolsun.

Diğer adamda -karşı taraf- biraz kıl aslında.. Aşağı kalır yanı yok! Ne var yani bıraksan, bu da onun fikr-i şahanesi olsa? Sussan?
İnsanlar susmaz! Bu da benim fikr-i şahanem. :)

Her neyse.. Diğer adam, insanların isterlerse uçabildiğini çok önce idrak ettiğini, kendisinin mütemadiyen uçtuğunu, sonbaharda göç etme girişiminde bulunduğunu... Kimbilir daha neler neler!

Zavallı adam -artık zavallı- söylemeye çalıştığının başka bir şey olduğunu anlatmaya çalıştıysa da, diğer adam yemedi.. Direttikçe diretti. Nitekim söylemeye çalıştığı da başka bir şey falan değildi; düpedüz aynı şeyler.

Antitez bu noktada kurtacı olacaktı; beni dinleyen kim tabi! Çünkü adamın derdi insanlar uçar mıymış, koşar mıymış, neymiş.. o değil! Sürünseler -evet evet, bildiğin sürüngen! yılan, kertenkele...- bana mısın demez! Yine geçer diğer adamın karşısına, aynı şekilde, aynı gururla anlatır. Adam farklı bi' şey söylemek istiyor! Diğer adamdan, bütün o diğerlerinden farklı olduğunu, onların göremediğini gördüğünü, onlar gibi olmadığını kanıtlamak istiyor. Bence bi' antitez işini görürdü.. Diğer adam ne oluyor yani? Ha! O da... Kendi mükemmel olmasa da olur; yeter ki karşısındaki de olmasın.

Böyle de saçma bir ikili iletişim mi var.. Var! Şahidiyim iletişiminizin..



11 Şubat 2012 Cumartesi

Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar; Beni Sizler Varettiniz

Burcum Balık yükselenim Boğa.
Boğayla ilgili hiçbir iddaam yoktur.. Tek bildiğim, yegane amaçları zengin olmaktır.. Soru: kimin değildir?
Ama balık.. Benim biricik hassasiyetim!

Yıllar önceydi, kızın biri -aptalca bi' kızdı- bana burcumu sormuştu, bende balık demiştim..Başka ne diyebilirdimki? "Ah yazıııık" demişti!... Bana neden yazıktı? Kötümser bir oğlak, bencil bir koç mu olmalıydım, ne olmalıydım? Mesele neydi?

Bütün ergenliğim ve ilk gençliğimde, astrolojinin en işe yaramaz burcunun çaresiz bir mensubu olduğumu düşündüm. Alınyazısıydı bi' yerde.. Astroloji sitelerini az incelemedim! "Balık burcu insanı dibe vurmaya meyilli olur.. Karamsarlığa düşer.. Etki altında kalır.. Ama böyle olmayan Balıklarda vardı." Elbette vardır gerizekalı! Demek ki onlar balığın özelliğini taşımıyorlarmış, ki tipik bir balık kadını olarak banane o şanslı zümreden!

Burçlar hakkında hiçbir bilgisi olmayan insan bile balığın duygusallığını bilir ve her fırsatta yüzlenir. Sen istediğin kadar, "Yaratıcıdır da bak. Sezgileri sonra..." nafile konuş! Belirtsem iyi olur; 21. y.y insanı duygusallığı olumsuzlar.. Bir mantık harikasıdır her biri, adeta!

Yetiştikten sonra bakışım tepeden tırnağa değişti. Bir sırrı keşfetmiş gibi oldum.

Yanlış anlaşılmış bir burçtu Balık!

Şöyle bi' kenara çekilip dışarıdan bakınca çok eğleniyorum kendisiyle.. Hangi kafadasın arkadaşım?

Güzel yani.. Barıştım burcumla ama benim de ayarım yok anacım! Hayranlık duymak da neyin nesi! Ya sev ya öldür bi' insanmışım..
Burası Almanyaymış meğersem..

Albert Einstein'de balıkmış.. Bi iki çiziktirsem Salvador Dali ile benzeşir miyiz acaba?


Neptün sana selam olsun! 

10 Şubat 2012 Cuma

Niyetimden Dönenin Kaşığı Kırıldı

Başlarken, tanıdığım bir kimse hakkında yazmayı düşündüm; ama modumda olmadığım şu günümde, tanıdığım hiçbir kimseyi harcamak istemedim. Başka gün harcarım.

Biscolata reklamından bahsedeceğim ben, evet! Şu an karar verdim. Eğlenceli bir reklam olduğunu düşünüyorum; akıl edenin aklına sağlık. Reklamdaki delikanlıları beğenmiyorum. Aptal bi' şeyi hatırlatıyorlar bana.. Amerikan filmlerinde okul takımının kaptanları olurya hani, onlar gibi mesela.. Erkek vücudunun bir meta, bir cinsel obje olarak kullanılmasınaysa kah kah kah gülüyorum!

 Oysa ki gülmem ne kaddar da anlamsız! Reklamın altında yatan espri o zaten, "bakıın, erkek vücudunu nasılda metalaştırdık hahaha..." Düz zeminde yürüyemeyip düşen insana gülünür -dalgacı bir gülme. Düz zeminde yürüyemeyip düşen insanı taklit eden insana da gülünür -dalgacı bir gülme değil. Bunun gibi işte..

O zaman ben şimdi neye güldüm öyle kah kah?... Sessizlik oldu.

Amaaan! Ben gidip ayna karşısında çeşitli gülmeler deneyeceğim; dalgacı olayım, imalı olayım, pis pis olayım, şuh olayım... Öyle yerli yersiz, yersiz yersiz gülmem belki bi' daha..

Modumda da değilim zaten..

9 Şubat 2012 Perşembe

Üç Olsun Lütfen

Deli uyurum!
Nasıl uyurum meselaa.. mışıl mışıl. Arada sağa sola dönerim, o kadar. Ama deli uyurum! Bu nasıl delilik diye düşünmeyin, sormayın; saçmalamıyorum, hayır.
Açıklayabilirim!
Bir deli -akıl hastası da olur elbette ama anlatımı bozar- çok sakin durabilir.. Hiç renk vermeyebilir. Bir şey de olmasa, demezsiniz ki, aha da bu adam deli! Ne zaman kapı aralığından, boş koridora bakıp tek kaşını seğirtmeye başlar, teşhis tamam! Şaşırtıcı değil mi? Adam bildiğin deli valla..
Buna benzer.. Uykumun en sakin ve en sessiz yerinde, üzerimde uzanan zavallı battaniyeme, "Git burdaann. İstemiyorum, gelmee.. giidiinn!" diyerekten çığırmam? Yetmezmiş gibi, masum ve mazlum battaniyemi yataktan atmam? İşte.. Dediğime geldi; Deli uyurum!
Bolca da sayıklarım.. Uyur gezer değilim ama o da olur.. Neden olmasın; Potansiyel var bi' kere!
Ammaa!
Asla uykumda, "İki tane big mac menü.." demedim, demem... Demem! Popüler kültür ürünleri benim rüyalarımda zaten kendilerine yer bulamazlar. Benimkiler daha şeeyy.. ıımmm... Fantastik! Hiçbir zamanda o kadar aç bir kimse olmadım çok şükür!
Ha şöyle olmuş olabilirdi; "İki tane big mac menü.. arkadaşlara lütfen. Hayır ben salata istiyorum. Hafif yiyorum. Aç da değilim, hiç olmadım"... Mesela. Bilemem! Cümlenin sonunu duymadım, senaryomu yazayım! Acık daha sesli sayıklasaydı, banane!
Şimdiiii.. Bu sayıklamanın sahibi olan arkadaşa şunu söylemek istiyorum;
Obursun, eğlencelisin! Gece gece sen beni güldürdün, Allah'da sana gani gani big mac menü nasip eylesin!

8 Şubat 2012 Çarşamba

Halka Serzeniş

Sevgili Anneciğime sesleniyorum Buradan!!!

Şaka yaptııımm.. Anneme nasıl sesleneyim şaşkın! Laptopumu varki internet bilsin?

Ama annemden bahsetmeliyim.
"En doğrusunu" bildiğini iddaa eden canım annem, yersiz bir iddaaya giriyor. Bu kanıtlanılabilir bir şey değil anneee! Aha  işte ben de diyorum ki ben biliyorum. N'olcak şimdi? Bir şey olmayacak.. Birbirimizi tırmalayacağız bir otuz sene kadar daha. Aynı çöplüğün horozlarıyız ve kendime en baştan, afilli bir çöplük yapsam gelip orada da öter, biliyorum!  Yolda yürürken annemin sesi yankılanıyor kulağımda.. sol tarafımda, "Hadi kızıııım.. Bak bak ışık yandı.. Yeşil o yeşil. Bak o taraflar ne güzelmiş kızııımm!Geç kızım.. Koş kızım..."

Ben istiyorum ki barış olsun. Huzur, saadet, refah, ferah, partiiiiii.. :) Barışalım! Böyle bir sırtım sıvazlansın.. Afferim kızım, sen en iyisini bilirsin falan densin.. Densin yani artık, lütfen! Akıllıca da bi şeyim aslında? Alla alla diyorum ben bu işe..

Ama barışalım!

Muhallebi cinsi bir tatlısı var; onu çok sevmesem neler yapardım daa... Elimi kolumu bağlıyor, adeta!

7 Şubat 2012 Salı

Bu Taş Nereye Gider?

Hani böyle üç dört kadın biraraya gelince, kahve içerlerken, ortada samimiyet de varsa... dedikodu da yapabilirler elbette. Ama ben ondan bahsetmeyeceğim. İsteklerinden, hayallerinden konuşurlarya.. Genç insanlarız neticede; Büyüyünce öğretmen olmayacağız belki, ama bir şey olacağız. İstekler oralarda bir yerlerde, üzerimize giymemizi bekliyorlarya...

Neyse işte.. Dört kadının üçü ne istediğini biliyor. Anlatıyo da anlatıyo! "Şöyle yapsam böyle olur, şu eğitimi alırım, şurdan geçerim, burdan çıkarım, sonra hooop ordayım!" Biri de paso gaz veriyor; "Yaparsın bacım.. Heheyt! Geleceğin bilmem nesi..." Çok konuşuluyor ama o BİRİ hiçbir şey anlatmıyor aslında. Kimse bilmiyor.

Gel zaman git zaman, sosyal medya gerçeği "şırrraaannkk" diye yüzüne vuruyor dörtte üçün! Ne alakaydı şimdi! Hani bendim geleceğin çizicisi.. o mürekkep onundu, o da ortaoyuncu falan bi şeydi; nooldu! Hatun kişi hepsine en araklamacı haliyle el atmış maşallah. Özne yüklem, devrikse devrik... Aslına sadık kalarak yapmış ne yapmışsa. Üstelik UTANMADAN! Gözümüze soka soka! Sinsiliği bile - ki en kötüsüdür aslında- bi kenara koyup da  yapmış.
Helal olsun!

Genciz dedik demesine; çocuk da değiliz. Kavgasını yapmak ayıp olur. Benim nacizane anlatmaya çalıştığım; böyle insanlar var! 25'ine gelsen, yine var!

Küçükler.. Çok küçükler! "Çooğğkk şirriiğğnnn"ler; ama mide bulandırıyorlar!

Bitti.

Sağlıcaklan efenim...

6 Şubat 2012 Pazartesi

Anlatıyorum

Olay şöyle meydana geliyor.. olabilir;

Güneşli bir İstanbul öğleninde, ben ve diğerleri "Acaba Kadıköy'den kalksak da ne kadar öteye gitsek, gidebiliriz, gideriz, gidelim!" derken, Beşiktaş'tan son durak Tarabya'da indik. Tarabya'nın yabancısıydık. Turisttik bir nevi. Orman kokusu, balıkçı tekneleri, rakı içen amcalar, boğaz, sonracığıma yalılar, "onlar zengin biz fakiriz" veee "nerdeyiz la biz?"... Kıyıdan kıyıdan yürü babam yürü! Bebek'de otobüse binersek iyi olur diye düşündük.

Geldiğimiz gibi geri döndük; Beşiktaş'a. Beşiktaş'ta içmedik, yedik! Diğerleri ekmek arası başka bir şey yediler, ben ekmek arası hamsi yedim. Karadenizli olmasaydım belki ben de ekmek arası başka bir şey yiyebilirdim. Hamsi kötüydü. 

Taksiye binip taksime geçtik. Takside şarkı söyledim;  Taksici amca radyoyu kapatıp beni dinlemek istedi, ben sustum. Tekrar radyoyu açtı. Ben şarkıya içimden eşlik ettim. Taksimde içtik. Az içtik. Çok az. 

Otobüste, Kadıköy'e dönerken, midem bulandı. Kadıköy'de çorba içtik. Eve gittik. İnternetten Yalan Dünya'nın son bölümünü izlemeye niyetlendik; ama ben yarısını  bile getiremeden odaya geçtim. Midem bulandı. 

Sabah da işte öyle, halsizlik falan filan... Ya hamsi bozuktu ve ben gıdadan zehirlendim - oysa ki gıda, niçin zehirliyor, ya da boğaz havası çarptı, mideyi üşüttük - ki bu da"ay çok güldük, kesin başımıza bir şey gelecek" dengi. 

Neyse işte geçti gitti neticede. 

Ucuzun etin yahnisi diye başlayan bi deyim geliyor aklıma ama mevzuyla alakalı mıydı onu bilemedim? Çok mu olurdu, kötü mü olurdu ne olurdu?...

Geçmiş Olsun Deyin!

Hastayım! Mide bulantısı, halsizlik ve ağzımda bok gibi bir tat var.. Çok güzel şeyler bazen insanı hasta edebiliyor, evet! Anlatacağım.. Hasta olmadığım zaman!

2 Şubat 2012 Perşembe

Olur mu Olur!

"Bana mıydı bu laf şimdi?" Muhtemelen değildi; ama ya öyleyse?

Laf sokmalar, efendime söyleyeyim böyle bir iğnelemeler, aşağılamalar falan... İnsanlar seviyor. Sevdiklerini biliyorum. Bilmek çok üzüntü verici bir şeymiş! Çok bilip de anlamadım; birisi söylemiş herhalde.
Her neyse.. Mevzu olan bir taş var, belki düşünülmeden atılmış ama atılmış, hangi yöne atılmış? Mantığım, pek iyi tanımam kendisini, paranoya yaptığımı, her şeyin benimle alakalı olması gerekmediğini söylüyor. Mantıklı! Lakin iç sesim - hep konuşuruz, çok hoş sohbettir- "adama bak! senin hakkında neler demiş öyle.. teerrrbiyesizz!" diyor. Mantıksız... Ama haklı!

Böyle olunca da, benim, adamın söylediğine öyle bir karşılık vermem gerekiyor ki, rezil olsun, göt olsun, masadaki herkes işaret parmağıyla onu gösterip "kah kah" gülsünler, utansın kalksın gitsin. Ne kadar zeki olduğumu herkes görsün. "Garson! Gecenin galibine bir kadeh şampanyaaa.."! Hahayt diyorum!
...
"Ay güzelim sen alıngan mısın acaba? Canım yaa kıyamam sen niye üstüne alındınki şimdi? Bak üzüldüm ama.." Garipseyen bakışlar... İç sesim tüm havamı söndürebilir.. Ağlarımda. O yüzden ne yapıyoruz; küçük küçük gülüyoruz, susuyoruz... "Pardon ben bi bira alabilir miyim? 50'lik lütfen."

1 Şubat 2012 Çarşamba

Bu da benim nöbetim!

  
  Değişiklik isteğim nüksetti şu günlerde. Zaten kısa ve zaten siyah (pek yakışır) olan saçlarım adına korkuyorum! Hem uzun hem de ne bileyim, karamel olsalardı yeni bir ben yaratabilirdim. Çok da güzel olurdum! Herhangi bir müdahale ise beni bunalıma sokar da bir daha çıkamam. Küt saç kesilmez! Böyle bir kural işte..

    İki seçeneğim oluyor o zaman; ya aynadaki görüntüm değişecek ya da ben aynadaki görüntüme değişik bakacağım - ki, ilki her zaman en tatmin edici olandır! Kurslar, seminerler, workshoplar... Zengin olsaydım? Değilim! O halde, kütüphanemdeki kitaplar, kişisel gelişim, içsel yolculuk, kendini tanıma... Üç günlük özgüven yanılsaması! Harika fikir! Evet...