Hoş Geldiniz Mesajı Gibi Bir Metin Ekliyorum Şu An;

Hoş geldiniz! Kahve içiniz!

Saygılar...

30 Ekim 2012 Salı

Başlangıçta Şimdi Bu Denizler Hiç Yoktu..

O kadar uzuuun uzun yazmış olsam, o da bana yanıt olarak yalnızca, "gönder, bakarız.." dese ve ben göt olsam, ama olmasam! Çünkü gönder bakarız derse ben göt olmam, gönderirim, bakar.. Bakarsa beğenir, tebessüm eder, belki sesli güler! Ayrıca "gönder bakarız" dedi diye, yalnızca "gönder bakarız" demiş olacak diye bi' şey yokki! "Gönder, bakarız" demiştir, o sırada "koçum bana bi' çay" demiştir, aralara serpiştirdiğim tatlı komik laflara gülmüştür, etrafındakilerle paylaşmıştır, onlar onlara, onlar onlara derken ben baya bildiğin popüler olmuşumdur.. Olabilir yani sonuçta olmaz diye bir şey yok..
Aklımı kaybetmedim! (bağırarak söyledim, kızarak)
Benim dertleşme, paylaşma şeklim bu.. Sen anlıyorsun, anlamıyorsun, anlamıyorsan gidiyorsun bir anlayana soruyorsun, bulamıyorsun ve dönüp dolaşıp bana geliyorsun, biz senle kürkçü dükkanında tilkilerle kukla oynatıyoruz.. Kısmetse çıldıracaksın belki sonra da..
Sen beni anlıyorsun?
Anlamıyorsun?

20 Ekim 2012 Cumartesi

İstemek Başarmanın Kötü Kalpli Üvey Babasıdır

Kentsel dönüşümü destekleyen herkesi dönüştürmek istiyorum! Kent dönüşüyor da, sana bana mı dönüşüyor avel!

"Hayatımın aşkı üç erkek.. Onlar için her şeyin en iyisini istiyorum" diyen Çağla Şikel'e feminist bir bakış atmak istiyorum! Bakış üzerine çalışabilirim..

Lisede annemin mesleğini "ev kadını" olarak yazarken tepemde dikilip, "anneni hanımlığa layık görmüyor musun?" deyip beni rencide eden -o yıllar benim rencide olduğum yıllardı- örtmene, "kadın" demenin, "kadın" olmanın aşağılayıcı herhangi bir tarafı olmadığını tane tane, bir gerizekalıya anlatır gibi anlatmak istiyorum! Ergen Meryem'in de saçını okşamak istiyorum! Canım kendim, ne de utanmıştım..

Şu bizim dizi senaristlerimizle bi' konuşup, görüşmek istiyorum.. Artık kadın karakterlerini intihar ettirmesinler! Zira Bihter'le bitti, kapandı o mevzu..Beni beni Bihter'ini diye diye gittiya caaanım kadın!

Bugün kendini gösteren soğuk havanın, duruşunu hiç bozmadan devam etmesini istiyorum! Çizmelerimin bana ne kadar yakıştığından ve bol kazaklarımdan ve ceketlerimden ve hırkalarımdan bahsetmek istemiyorum!

Daha bundan bi' hafta önce kesinlikle yapmak istemediğime karar verdiğim, yapmama kararını verince de kendimi kuş gibi hafif hissettiğim o şeyi şu anda neden yapmaya çalışıyorum, bilmek istiyorum!
Aklım ve fikrim, ne alemdesiniz?

Yan apartmandaki kızı, aslında pek de zengin olmadıkları gerçeğiyle yüzleştirmek istiyorum! Ya gerçek dünyaya dönsün, ya da seansı 300 tl'ye terapi görsün.. Hadi bakalım!

Soğumayan kahve istiyorum, sigara içmek için balkona çıkmam gerekmesin istiyorum, yerli yersiz tuvaletim gelmesin, gündüz esnemekten ağzım yırtılırken, gece gece uykum kaçmasın istiyorum, iki kelam dert anlatabileceğim insanlar istiyorum, daha az empati, daha çok bencil olayım istiyorum, sevilmek, sayılmak, hoş görülmek, affedilmek, takdir edilmek, alkışlanmak, ayakta karşılanmak, çok iyi olmak, en iyi olmak, hep iyi olmak istiyorum!

Ve tabii ki dünya barışı!

10 Ekim 2012 Çarşamba

Bizler, Yalancı Çobanın Torunlarıyız

Dürüst olmak gerekirse...

Estağfurullah efendim! Niçin gerekecekmiş dürüst olmak! Şu güne kadar ne zaman gerekmiş dürüst olmak! Ne demekmiş dürüst olmak! Sen var dürüst olmak?

-Sonu iyi oldu! Belli ki duruma Fransız kalmış..-

Açık açık konuşmak, genelde görüş bildirmek gerekiyorsa lafa böyle başlanır: Dürüst olmak gerekirse...
Nasıl bir gereklilik söz konusu? Genelde yalan söylemek mi gerekli? Dürüst olmanın istisnai bir durum olduğu bir zamanda mı yaşıyoruz? Ve bu öyle bir istisna ki, karşı tarafı hoşnutsuz ediyor! Yalan dolan bi' iletişimle, al gülüm ver gülüm yaşayıp gitsek ne ala! İcabında doğru söyleyeni dokuz köyden zopaylan kovalarız, gidecek onuncu köyü de nah bulur!
Evet efendim, biz ne dedik!

Sanki ahlaki bir soruna parmak basıyormuşum, dünya nereye gidiyor, ahlak, değerler, toplum falan feşmekan derdindeymişim gibi göründüysem ve "evet yaa doğru valla" gibi katılanlarım olduysa, bi' sakin durun!
Sorguladığım esasında o değil.. Esasında sorguladığım bi' şey de yok; yalnızca "dürüst olmak gerekirse" diye lafa başlayıp, dürüstlüğün ne büyük bir insani değer olduğunu diline pelesenk eden caaanım toplumumun içine düştüğü çelişki kafama takıldı..

Yoksa, dürüst olmak gerekirse... gerekmez. Yani şart değil. Ben dürüst olmak istesem de -ki hep istedim hiç olmadı- bakalım muhattabım istiyor mu dürüst olmamı!
Aklı varsa istemez..
Netice de evrenin sırrı benim sırrım değil! Küçücük, bok kadar dünyan/dünyam hakkında konuşmuyor muyuz?
Ayrıca doğru duyulacak bir şey değildir; peşinden gidilecek, koşulacak, aranacak ve belki bulunup belki bulunamayacak bir şeydir.
Ya, işte öyle.. Minareyi çalıp kılıfını hazırlayanlar, onlar beni anladı..


30 Eylül 2012 Pazar

"Ama Biz Güçlü Olmak İstemiyoruzki"

Şöyle olmalıydı;

Küçük bir kasabada (Aslında Türkiye'de kasaba yoktur. Karadeniz'deki küçük bir ilçe, küçük bir ilçedir. Fakat Ege'de, küçük bir sahil kasabası, küçük bir sahil kasabasıdır ve buna anlam kargaşası denir!), ilk aklıma gelen sahil kasabası olsa da, kasabanın görünümünde hakim bir deniz olmaz, belki bir gölü olabilir... Çocukluğum, ilk gençliğim orada geçmiş olmalı. Babamın ne iş yaptığına dair kesin bir firim yok ama kesinlikle bir pikabı vardı. Bir de yalnızca babam var! Çünkü bu stilde "babasının kızı" bir klasiktir! Esaslı adam babam!

Başarılı bir öğrenciyim, uyumluyum, iyiyim, seviliyorum falan filan ama kaçınılmaz son; öneli insan olacağım ve bu kasaba benim için çok küçük!

Sonrasında üniversiteyi kazanıyorum, Ankara'ya gidiyorum, öğrencilik, yıllar ne çabuk geçti derken, İstanbul'a yerleşiyorum!

İstanbul'da çalışmaya başlıyrum. Kariyer basamaklarını hızla çıkıyorum. Tabii çok çalışıyorum, çok yoruluyorum.. Giderek daha güçlü bir insan oluyorum! Zeki, ,kendine güvenen, yerine bilen (yükseklerde bir yer), başkalarına haddini bildiren, aynı zamanda hoşsohbet, aynı zamanda komik, aynı zamanda çekici, mükemmel bir kentli! Muhteşem bir "dönüşüm"

Belki hisli,hissiz bir ilişkimde vardır.. Okurun hayalgücüne yük olsun!

Sonra, bi' sebepten - sebeplere takılmıyoruz- kasabaya dönmem gerekiyor kısa süreli olarak. Arabamla uzun yolculuğa çıkıyorum. Toprak yollar, ağaçlar... Eve varıyorum. Uzun süredir görüşmediğim babamla biraz soğuğuz ama, babam sonuçta, yavaş yavaş eski baba-kız oluyoruz. Batılıların çekciliğine sahip bir adamla tanışıyorum (batılılar çekici olur! Bkz: Note book - Ryan Gasling), aşık oluyorum, mutlu, güleç, neşeli, kendim gibi oluyorum.

Ve işte böylece, şehirdeki hayatımın ne büük yanılsamalar üzerine kurulu olduğunu anlıyorum! Kasabaya yerleşiyorum.. Belki sonra başka bir yere yerleşirim, belki de hiçbir yere yerleşmiyorum. Çiçekli, diz hizasında elbiseler, kısa hırkalar giyerim..

Öyle olmadı!

Burada olmayı istemediğim bir zaman gelirse birgün, "nereye gidebilirim" diye düşünmeden ilk aklıma gelen bir yer olsun isterdim. Heyhat, kasaba kızı değilim ben!
Madem kasaba kızı değilim, madem gidebileceğim bir kasabam(?) yok, yapabileceğim; "mükemmel kentli" olmamalıyım!

Böyle olmalı!

9 Eylül 2012 Pazar

Pardon, Bir Sorununuz Mu Var?

Eh işte başlayan, kötüye göz kırpan, nefes darlığına yol alan bir gündü. Ne derler bilirsiniz, "Yeter ki sonu iyi bitsin!"

Neden, nasıl, niçin, kiminle... Pek önemli değil; önemli olan, "Yeter ki sonu iyi bitsin!"
Çaycıdaki abla arkamdan koşturup, çok üzgün göründüğümü, hiçbir şeyin canımı sıkmaya değmeyeceğini (yurdum insanı iddialı!) ve benim için dua edeceğini söyledi.. Öyle bir gündü işte, anlayın!
(Umarım abla üzüntümün sebebiyle ilgili yanlış tahminlerde bulunup, yersiz dualar etmez.. Zira kalbi temiz bir insana benziyordu, neme lazım!)

Hepsini bi' kenara koyup günün sonundaki davranışıma bakınca kendime kocaman bir afferim dedim! Neden, nasıl, niçin, kiminle, ki kiminle sorusu mevzuya yerleşmez, yaraşmaz, çok alakasız, çok abes.. Önemli olan, değiştiğimi gördüm! Ya da değişmek demek doğru mu olur bilmiyorum; geliştiğimi, dönüştüğümü, yola geldiğimi, yoldan çıktığımı... Yol aldığımı gördüm! Bazen, değil, her zaman, çabalayıp çabalayıp bir arpa boyu yol gidemediğini görmek masalsı değil, can sıkıcı oluyor. Uzak diyarların birinde, dünyalar güzeli bir prenses yaşasaydı bu masalsı olurdu!

Dağılıyoruuuummm...
Topluyorum!

Yol aldığımı gördüğüm zamansa çok mutlu oluyorum. Kendi ektiğim, biçtiğim, suladığım, büyüttüğüm ağacın meyvesini yiyormuşum gibi oluyor. Çok mutlu oluyorum.. benim meyvelerim, hepsi benim, hepsi!

Ortalık biraz dağınık!

Tabii şimdi ben böyle diyorum ama, gururla ileri mi, yoksa utançla yere mi bakmak gerektiğine karar vermek için uyumak gerekir! Bi' uyu bakalım, bi' bilinçaltınla karşılaş, yüzleş... bakalım sana diyor. "Ertesi gün" sana ne diyor! Bekle bakalım dostum!
Derim!
İyi halt ederim! Öyleyse ben bunca lafı niye ettim, niçin sevdim, niçin güldüm? Melankolimi sürdürürdüm, belki birkaç hayır duası daha da alırdım! N'oldu şimdi?

Çelişkilerimle sıkıyorsam, sabredin! Onları da yoldan çıkaracağım, yol aldıracağım. Uçurumdan aşağıyı düşerlerken de "aaa düştüü.." deyip, kah kah gülerim! Sonra ağlarım da.. Histeriğimya (değilim!), o bakımdan.

Sağlıcaklan efenim!

NOT: "Yeter ki sonu iyi bitsin" W. Shakespeare eseridir. "derler" derken, der!

3 Eylül 2012 Pazartesi

İki Çift

Zihnimden bir türlü silinmeyen "kötü" düşüncelerle baş edemiyorum! Koyverdim gitti zamanı bu zaman.. Zaten düşünmenin günahı da olmazmış, ki eğer varsa allah sonumu hayretsin! Amin!

Önceden, yani eskiden, rahatsız olduğum, böyle kış kış kovduğum şeyleri artık yalnızca seyrediyorum; "İlginç" diyorum, "neden" diyorum, "gel arkadaşım iki sohbet edelim dök içini" diyorum, katiyen yargılamıyorum ve suçlamıyorum. Böylelikle kendim kendimden korkmuyor, kendim kendimi sevmeye devam ediyor, sevdikçe seviyor, sevdikçe seviyor.. Müthiş bir insan olduğumu düşünmeye başlayacağım neredeyse ama... bakalım, altından bi' şey çıkmasa..

Ateş almaya geldim! 

DİK DUR!

26 Ağustos 2012 Pazar

Dik Dur!

Dik durmaya çalışıyorum..

İçsel bi' şeyden bahsetmiyorum, gayet fiziksel anlamda! Trende, vapurda kitap okurken, koltukta, tv karşısında, şu an bu yazıyı yazarken... sopa yutmuş gibi görünüyorum. Sanırım bir haftadır böyle bir çaba içerisindeyim. Bazen zor oluyor, popomu öne doğru ittirip, belime kambur bir görüntü versem pek rahatlayacağım. Bazense böyle daha iyi konsantre olduğumu hissediyorum; ne okuyorsam ona, ne düşünüyorsam ona!

Dedim ya, bazen zor oluyor.. Dik duracak gücüm olmadığı zaman omuzlarımı öne doğru bırakıyorum, bazen; ama sonra hemen silkeleniyorum ve başkalarında fazlasıyla uyuz ve kasıntı duran, bendeyse hiç uyuz ve hiç kasıntı durmayan duruşuma geri dönüyorum. (bilmiyorum belki bende de uyuz ve kasıntı duruyordur ama umurumda mı?)

Madde ile ruhun ayrı şeyler değil, bir bütün olduğunu çok duydum, çok okudum ve içsel olmadığını söylerken , inanan oldu mu sahi?

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Derin Bir Nefes Alın Ve Verin.. Tekrar Alın Tekrar Verin.. Alın Verin Alın Verin...?

Ayın ortasında yogaya başlıyorum!

Fırsat sitelerinden allah razı olsun. Yoksa bütün ömrümü içimde mütemadiyen çığlık atan bir kadınla geçirmem işten bile değildi! Kime söylediysem, müjdeli haber niteliğinde tepkiler de aldığıma göre, cha cha yerine yogayı seçerek doğru bir karar verdim demektir (Cha cha yerine yoga? Nasıl kavram kargaşaları, nasıl karakter bölünmeleri.. Gerçek benliğinden bahset bize dostum!).  
Diğer bir açıdan bakarsak da, spor yapmayı seven kimse değilim. Hiçbir zaman köprü kuracak kadar esnek bir belim olmayacaktı.. Acık esnerim, dinç, zinde olurum. Hatta belki sigarayı bile bırakırım (belki). 
Neyse işte.. Olumlu bir gidişat halinde, dünyadaki bütün iyilikleri, güzellikleri paylaşmayı ilke edindiğim gibi(!), derslerin faydalarını sizinle paylaşacağım.. 

Konuyla ilişikli olarak;

Dün trende sohbet etme amaçlı karşıma oturan ve nitekim sohbetini de eden ve trende kitap okuma çabamı umursamayan yogacı adam çok sinir bozucuydu. Rüya yazıcı mı, bozucu mu neymiş. Yogadan, rüyalardan, nlpden, doğacak ekonomik krizden (ne de ruhani bir sohbet nasıl materyalist oluverdi anlamadım) ve işinden, gücünden her şeyden bahsetti. O kadar zihinsel yolculuk molculuk derken, çakrası değil çenesi açılmış herifin. Onca insan varken ne b.. yemeye benim karşıma oturuyorki! Çekiyorum sanırım.. Enerjime zıçam!

Vakitlerim çoğalsın, kafam rahatlasın, üşengeçliğime lanet olsun ve yazma aralıklarım kısalsın inşallah.. Bi' de pasta olsaydı da yeseydik de mumlarına üfleseydik.. Ya da gündüz gündüz yıldız kaysaydı ama yıldız değilmiş o kayanlar ve zaten şu saatlerde gökten bi' şey kayarsa sığınaklara kaçın! Apartman bodrumuna falan..
Hadi bıy bıy!


25 Temmuz 2012 Çarşamba

Bunları Biliyor Muydunuz?



Hep iddia ettim, ama hiç inanmadılar; ben kolay öğreniyorum arkadaş! Bakın dün, toplamda yaklaşık 12 saatte neler öğrendiğimden bahsedeyim de bana inanmayanların, beni ukalalıkla suçlayanların (beni hiç ukalalıkla suçlamadılar, neden!) yüzü kızarsın!

Sabah 07:00-09:00 arası metrobüse ilk duraktan binmeye çalışıyorsanız (binemiyorsunuz, önce bi' çalışıyorsunuz), metrobüs kapısının önünde yığın olmuş ve tek derdi oturarak yolculuk yapmak, belki biraz da uyuklamak olan insanlara sinirlenmeyin! Eğer sinirlenecekseniz, bir sonraki, bir sonraki ve bir sonraki metrobüsü beklemeyin, ayakta yolcu olun. Sinirlenmek, yer yer küfretmek en tabii hakkınız olsun. Hem sürüden ayrılmayıp hem de sürüye bok atmak çelişik olduğu kadar, ayıp da! (Bu ayıbı yapanın yazarın kendisi  
olduğunu söylersem ne biçim bir itiraf olur, öyle değil mi?)

25 yaşındayım ve yeterince deneyimsizim. 35 yaşında birinden tavsiye alabilirim, yanlışımı söyleyebilir ve öğüt verebilir. Mesela ben söylenen sözlere, verilen vaatlere tüm gerzekliğimle inanırken, o,"biz bu lafları çok duyduk" der gibi, inanmayanlara özgü o kurnaz bakışı sağa sola atabilir. Heyhat, işler her zaman öyle yürümüyormuş, bunu gördüm.. İnanmayan, "ben bu lafları çok(az) duydum" diyen bendim. Kurnaz bakışlardan bahsetmiyorum bile.. E peki o insanlar benden daha deneyimlilerse, n'oluyor peki bunun adı? Sezgileri mi çok zayıf, pek de akıllı sayılmazlar mı? Değil! Sorumlulukları fazla, bağları fazla, yükleri fazla. Öyle benim gibi bir iki akıl yürütme, hiç de bilimsel olmayan sezgilerle yola çıkamaz, yoldan çıkamazlar. "Bu benim istediğim şey değil" deme şımarıklıkları da yok, ki özgürlüktür de desek yanlış olmaz. Ha, belki sezgileri benimki kadar güçlü değildir ve belki zekama da laf yoktur.. İhtimal!

Birileri meslekleri feci halde birbirine karıştırmış durumda. Valla hiç yaşımdan başımdan utanmayacağım, koca koca adamların karşısına geçip editörün işi nedir, metin yazarının işi nedir ve e-ticaret uzmanlığı da bunlardan başka bi' şeydir, bir bir anlatacağım! Kasıtlı bir kandırmaca mı var, e-ticaret uzmanlığına talep mi yok anlamadım.. Oysa ki e-ticaret uzmanlığı yükselen bir değerimiz adeta! Zaman dediğimiz ne kıymetli, ne yüce bi' şeydir ve neden böyle oyunlu moyunlu çalınıyor elimden? Al işte, çıkıp gittim.. Oyun bozan mı oldum! Kalbimde aldatılmanın verdiği sancı...

"Ben şöyle yaptım, böyle yaptım, şu kadar iyiyim" demenin binbir türlü yolu var. Eğer sen gidip lönk diye, "ben şöyle yaptım, böyle yaptım, şu kadar iyiyim" yolunu seçersen -bunun ayıp bi' şey olduğunu daha önce söylemiştim- bir itici oluyor bir itici oluyor ki, töbebismilahyarabbim bir insan bu kadar mı itici olur! Yüksek dağları sen yaratmışsın ama kafa pek çalışmıyor, laf ebeliği yok, belli ki ikaz eden de olmamış.. Yanlış bir gelişim sürecinin acı sonucu olduğu kanaatindeyim. Huyu da kötü olabilir.. Allah belasını vermiş de olabilir..

Lafı dönüp dolaşıp yine metrobüse getirdimya, sen ona bak! Metrobüs iğrenç, berbat, asab bozucu bir ulaşım aracı olabilir, özellikle benim gibi vapur sever çaycı, kahveci ve tostçu arkadaşlar için; lakin yaz sıcağında klimalı her yer bana saray! Ter kokusunu önlüyor mu önlemiyor. Yanımdaki amca o kolunu bi' indirse de dengesi ne durumda bi' görsek diye geçmiyor mu içimden geçiyor. Ama hava çok sıcak ve yollar gerçekten çok uzun ve ya yardan ya serden, düzen böyle!

Bir günden çıkarttığım sonuçların bir kısmı. Kısa kesiyorum efenim..
Hayırlı akşamlar!

8 Temmuz 2012 Pazar

Bunu Bilmeye Hakkın Var!

Çok mühim gerçeklerden bahsetmek istiyorum! O kadar mühimki... Anlatamayacağım! En iyisi okuyun.. (Sanki anlatsam sevgi dolu sesimi duyacaktınız! Tok bir ses tonum var, otoriter bir tonlama!)


1. Rüzgar gülünün mantığını kavrayamamış olmalıyım. Aksi olsaydı, yaprak sallanmaz havalarda küçük dokunuşlarla rüzgar gülünü döndürmeye çalışmazdım. Anlamı adında gizli; Rüzga Gülü!

2. Ben henüz dokuz yaşındayken (çok yıl önce) taşındığımız bu mahallenin çocukları futbol ya da basketbol -ki o yıllarda basketbol sürüye katılmayanların oyunuydu coğrafyamızda- değil, beyzbol oynuyorlardı! İşin daha ilginç tarafı, ABD'nin 50 eyaletinden  birine taşınmamıştık.. Neden taşınmamıştık? Çok ilginç! O çocuklar şimdi ne yapıyorlar acaba? Beyzbol gözden düşeli çok oldu..

3. Şu ara gizli iş peşindeyim! "Yine" diyesim geldi, ama demiyeceğim. Genlde böyle olmuyor çünkü! Yapmaya niyetlendiğim her haltı eş dost çevreme anlatıyorum, onlarla kafamız aynı çalışmadığı için (benimki daha çok çalışıyor) ve benim kadar öngörülü olmadıkları için (ben öngörülüyüm!) niyetimden caydırılıyorum psikolojik baskı yöntemiyle! Bu defa olmaz! İş işten geçince haber ederim size dost çevrem..

4. İlkokul üçüncü sınıftayken (O zamanlar ilkokul denmiyor muydu? Şimdi ne deniyor?), günümüzde moda olan renkli renkli bol pantolonlardan istiyordum (moda gözüm, çağının ötesinde kişiliğim!). Annem, karnenin hepsi beş gelirse alırım, demişti; Hepsi beş geldi, almadı! Bana bir daha güven sorunuyla ilgili tek kelime edeni kolundan tutup çocukluğuma götüreceğim! Canım annem benim bu arada!

5.Hırslı olmanın iyi bir şey olduğunu düşündüğüm zamanlar oluyor.. Bazen dolandırıcı olmak, katil olmak, yalancı olmak, sürtük olmak istediğim zamanlar da oluyor-du?- (Hollywood ideal benliğimin içine ederken ebeveynlerimin aklı neredeydi!)! Yaşadığımız döneme ayak uydurma gerekliliğini nihayetinde farketmiş ve dönemin ön ayakçısı tadında takılan biri olarak diyorum ki, meziyetlerinden ballandıra ballandıra bahsetmek, kendini satmak(!), hırslarınla yola çıkmak ve çelme takmak ayıptır! Çok da insani olmayan şeyler yeri gelir yapılır, anlarım.. Övünmeye gerek yok! Sessiz kalmakta fayda var!

6. Neden bu sezon bütün dizilerin sezon finalinde ölüm vardı? Ölüm bir son değil başlangıç mıydı? Senaristler 99'da aynı salonda Mumya'yı beraber izlediğim insanlardan mıydı? İM- HOO- TEP! mi? Feriha'yı ilk bölümü itibariyle sevememiştim oysa..

Hiçbir bağlantı yok.. Belki de var! Bilinçli olarak farkında olmasam da, ruhsal benliğim böyle saçmalıklar yapabilir. Aslında ben ona bilinçaltı derdim, fakat bay kuantum gibi olmak istedim!

27 Haziran 2012 Çarşamba

Kaldı Mı Artık Sizin Gibi Beyefendiler Azizim!


Feneryolu - Bahariye arası, yine bir taksi dolmuş seferi...

Benimle beraber dolmuşa takım elbiseli bir amca bindi, başında da fötr şapka. Ben arkaya geçtim, amca bi' öne, şoför arkasına, başka bir amcanın yanına. Şapkalı amca, dolmuştaki varlığı ikimizinkinden daha eskilere dayanan amcaya bi' şeyler sordu; emin olmamakla  beraber, bir yer tarifiydi sanırım sorduğu. Dolmuştaki amca uzun uzun anlattı. Şapkalı amca Kadıköy'ün yabancısıydı herhalde ki, tarifi anlamakta zorlandı. Dolmuştaki amca sıkılmadan, başından atmaya çalışmadan, "yolun sonunda başka birilerine sorarsanız..." demeden, anlattı. Şapkalı amca Boğa heykeline gelmeden indi. İnince dolmuştaki amcaya şapkasını çıkartıp selam verdi, "sevgiler ve saygılar sizinle olsun" dedi.

"Sevgiler" ve "Saygılar"?
Resmi yazışmalarımda kullanırım, Saygılar! Yine resmi, ama azıcık sıcak iletişimi kokladıysam, Sevgiler! Dünyamıza hoş geldin şapkalı amca!

Dolmuştaki amca da elini göğsünün (kalbinin demek daha mı doğru) üzerine koyup hafifçe başını eğdi..

Vapurda, sokakta, dolmuşta(!), orada burada pek çok yerde, birbirlerini tanımayan ama birbirlerine geçerken veya otururken selam veren yaşı geçkinleri hep görürdüm (Özellikle amcalar! Kadınlarda değişen bi' şey yok; süzen bakışlar işte). Daha önce pek umursamadım ama bugün tuhaf geldi.
Tanımadığımız insanların yüzüne mi bakarız! Bakmayınca daha havalı oluyor!

Bir de geçenlerde "Dedemin İnsanları"nı izlemiştim; Mehmet bey dükkanı bi' süreliğine boş bırakacağı sırada torununa şöyle diyor, "Kilitlenir mi hiç! Komşular güvenmiyoruz sanır sonra" ya da bu manaya gelen bi' şey işte.
Dükkanın kapısını kilitlemeden çıkan adamı mapusa atarlar.. Ağır tahrikten!

Dedimya, tuhaf geliyor..
Kuşak farkıyla açıklamaya kalkan, lütfen sussun! Herkesin milyon kere söylediği şeyi, şahane fikir gibi söylemenin bi' anlamı yok yani.

O, bu değilde, tek bildiğim, bi' daha başka amcayla selamlaşan amca gördüm mü, tutacağım kolundan "beni de aranıza alın, n'olur amca!" diyeceğim. Ya da iki amca arasına nifak tohumları serpeceğim.. Yolu yok!

21 Haziran 2012 Perşembe

İstenmemesi Gerekenler!

Şahane mevzu çıkardım!

İnsanların, istedikleri, ama aslında istemeseler haklarında ne de hayırlı olacak şeyler!

1. Tekrar çocuk olmak.
Mantık hatası! Ben durup durup deniz kızı olmak istediğimden bahsediyor muyum? Üstelik bir balık kadını olarak, yatkınlığım var. Talebim, hoşgörülebilir. Oysa sen dostum, sen, 30 yaşına gelmişsin, hu-ha dev adam olmadığına kimseyi inandıramazsın! Hangi okul sırasına sığdıralım seni! Hangi mahalle maçında kaleye geçebilirsin! Evcilik oynarken baba olmaya niyetlensen, gerçekçi bir performans olur... Fuzuli isteklerinle evreni oyalama! Git, geleceğe dönüş izle. Zaman makinesine kafa yor.. Bilim insanı olursun hiç yoktan. Ya da delirirsin belki, ne bileyim..

2. Güney ütopyası.
Muhakkak.. Hepimiz günü gelecek, güneyde, verimli topraklarda arsa sahibi olacağız. Villa falan yaparız. Zeytin ağaçları da iş görmez, yer işgal eder. Sonra alışveriş merkezleri olur, sonra yüksek yüksek binalar.. Nüfus artınca tabii.. Yaa çok doğa heveslisisin madem, git köyüne! Her birimizin bir köyü var değil mi? İstanbul hanfendüsü olsaydık, Tarabyada yalımız olurdu! Ayrıca, egolarından bu denli bi' haber olman da ilginç! Osho mu sandın kendini! Yapamazsın.. Şirket yönetecek, ne kadar başarılı olduğunu cemi cümleye ispat edeceksin! Tarımda kariyer elde etmek istiyorsan, önce şu fesleğeni bi' sula!

3. Yalnız takılmak.
Olur.. Uzun süreli ilişki nihayetinde sona ermiştir, kafa dinlemek, tek kişilik düşünmek... ve türevi şeyler istenilebilir; ömrü kısa olur! Yalnızlık Allah'a mahsus sözünde bahsedilen yalnızlığı istediğinin farkında mısın? Akıl sağlığın yerinde mi? Bütün çiftler arası organizasyonlardan dışlanacağını hiç düşünmedin mi? Ya da dur! Asıl sorum yine bir kişilik sorunuyla alakalı olacak; Barney mi sandın kendini? İzliyorsun öyle Amerikan Amerikan dizileri, sonra yalnız olayım da özgür olayım da şahtım şahbaz olayım da... Bütün kızlar benim! NAAAHH senin! Belli ki sende toyluk var.. Ara şu eski sevgiliyi, bi' daha da öyle onun bunun gazına gelme! Kutsal müessese yolunda rap rap yürü! (Yine gaza gelme! Keramet yok, kefaret var!)


Üç madde yeterli şimdilik. Bunlar üzerine düşünün, kafa yorun, aydınlanın.. Daha sonra yeni "istenmemesi gerekenler" maddeleriyle karşınızda olacağım.
Selametle..

13 Haziran 2012 Çarşamba

Diş Hekimime Sesleniş..

Bu sabah uyandığımda, yüzümün yarısı sanki içerisinde henüz olgunlaşmamış bir erik saklıyor gibiydi.. Hala da  aynı eriği saklıyor. Temennim, eriğin olgunlaşmaması, eriği yeyip, çekirdeğini de tükürmemdir, mümkünse yarına kadar!

İnsanın kendine ettiğini yedi cihan toplansa edemezmiş! Doğru! Yedi cihan toplanıp dişime apse nasıl yaptırsın.. Bunu ben yaptırırım.. İtinayla, ihmalkarlıkla!

Aslında dişimin durumu, son bir haftanın (geçtiğimiz çarşambadan bu yana) yüzüme yansıması gibi oldu. Yani ağızda yayılan bakteriler, sağlığını kaybeden diş falan... hiç alakası yok! Tamamen psikolojiyle ilişikli. Zaten bu yüzyılda insanlık olarak yaşadığımız her ne halt varsa, psikolojiyle ilişikli! Öyle valla.. Gidin, tıp hekimlerine sorun; Benim söylediklerimin aynılarını söylerler ve eklerler "..... hanımın söylediği gibi."!

"Sadede gel de son bir haftada ne olduğundan bahset" dediğinizi inanır mısınız hiç duymuyorum.. Mühim değil, alıngan kimse değilim(öyleyim!)..

Tartışmalı, bağırmalı, cinnet haline yakın başladım çarşamba günüyle. Çok sinirlendim, çünkü bazı insanlara Harry Potter sihiri yapmak lazım; bilmem ne kadavraaa ya da kadabraaa ya da her neyse.. Bir varmışlar, bir de bakmışsın, aa, yokmuşlar gibi! Varlar.. Ki, bir kaç gün sonra tekrar karşıma çıktılar. Öyle değildi, ben karşılarına çıktım. Çıktım ama neden çıktım! O gün her ne kadar sert bir tartışma olmuş olsa da, meseleyi çözüme ulaştırdık sandım. Ulaştırmamışız meğerse.. Keşke bundan benim de haberim olsaydı da, daha sert bir tartışma yaşamak zorunda kalmasaydım. Kısmet işte..
Neden tartıştım? Emeğime yazık edildi çünkü!

Önemli değil, olur böyle şeyler..

Zaten sonrasında güzel şeyler oldu.. Güzel şeyler olunca insan kötü şeyleri kolay unutuyor. İnsana dair sevdiğim bir özellik..

Güzel şeylerle ilgili ayrıntı vermem, batılımdır bir nevi..

Sonucunda bir tarafı çökük, diğer tarafı şişik yüzümle aynaya baktığımda geçen hafta gözümün önünde beliriyor. Bir de dişçi koltuğu tabii..

En iyisi biraz kestireyim.. Baş ağrısı gibi, uyanınca geçer mi belki?

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Sokrates'i Üzüyorlar,Egosuna Egosuna Dokunuyorlar!

Sevgili Atinalılar,  Yurttaşlarım;

Anlaşalım!
Ben bir şey diyorsam, bir şey biliyor da söylüyor olmak zorunda değilim! Sokrates sevdiğim düşünürdür, izinden giderim yeri gelir.. Bildiğim bir şey varsa o da, hiçbir şey bilmediğimdir! Anlayın artık, lütfen!
Çok şey bildiğini sanan insanlardan da hiiiç haz etmem! Ne kadar çok şey biliyor olabilirsinki mübarek! Evrenin sırrını mı çözdün, arşa mı çıktın, nirvanaya mı ulaştın ne yaptın, ha? Yok! Hoşlanmadığım insanlar listesi giderek kabarıyor.. Çok sevilesi değiller, bende mi kabahat! Gelin görün ki çok sevdiğimi zannediyorlar, hem de çoğunu! Yok artık! Sanırım biraz saflar! Ya da benim içim dışım birbirinden habersiz.. Bilemeyeceğim..

Bilmiyorum deyince rahatlıyorum aslında.. Tüm tartışmalara da bu bilmemezlikle giriyorum. Bilmediğim için de, kolayca "doğrusunu" kabulleniyor olmalıydım, ama öyle olmuyor. İşte ben de tam olarak bu yüzden hoşlanmıyorum "çok bilenlerden"! Onlar yüzünden avantajlarım hiç oluyor, kızıyorum!

Kardeşim, ne demeye sözüne "peygamber sözü" muamelesi yapıyorsun? Bu kadar sorumluluk fazla! Kahvedeki Veli amcanın sözü olsun, politika yapsın.. Kulaktan kulağa dolaşır, seveni de çok olur! Ama hayır, ille bilimsel bir takım araştrma sonuçlarıyla destekleyecek ve kahvedeki Veli amcadan geri kalmaz şekilde at gözlüğüyle havalı havalı konuşacak (Veli amca at gözlüğü takar, ona yakışır, kültürü budur, doğasında vardır, bildiği vardır!)! Kendinle çelişirken aklın neredeydi diye sormak isterim! Karakter bölünmesi, kültür çatışması, aslına dönüş, aslını inkar... Hepsi var!

Oysa bana karşı üslubu şu yönde olsa, "Ben böyle düşünüyorum, böyle biliyorum ama yanlış düşünüyor veya yanlış biliyor olmam ihtimaldir", ben de karşımdaki, kendi fikrini anlatan ve başka fikirlere de açık kapı bırakan, yani ben fikri üzerine fikir üretirken "ağanin pokinin üzerine pok mi olir looo!" demeyen, kişiye ve söylemlerine ılımlı yaklaşacağım. Belki bir tarikat kuracak ve müridi olacağım.. Yazık oldu bi kere artık, ne yapalım..

Böyle böyle derken, bilmiyor olmam da hiçbir pohuma yaramıyor ve ben çok bildiğini sananlara gıcığım! Artıya geçebilecekken eksiye düşürdüler beni.. Dünya çok acımasız!

Sokrates'ten yine bir özlü söz: "Felsefe hayretle başlar" 
...
Hayret bi' şey!




29 Mayıs 2012 Salı

Aradığınız Emlak Hurriyetemlak.com'da!


Emlağa dair her şeyi tek çatı altında buluşturan www.hurriyetemlak.com, çok seçenekli güncel ve detaylı ilanlarıyla, gelişmiş arama özellikleri ve kullanıcı dostu tasarımıyla, sektöre dair güncel haberleri ve istatistiki bilgileriyle, tam anlamıyla emlak sektörünün nabzını tutuyor.

Satılık ve kiralık daireler, ofisler, iş yerleri ve tüm konut projelerini bulabileceğiniz www.hurriyetemlak.com, sunduğu çok sayıda seçenekle size aradığınız emlağı mutlaka bulma olanağı sağlıyor.

İlanlarda okul, hastane, restoran, alışveriş merkezi gibi çevre bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Video desteğiyle gayrimenkulü içindeymişcesine izleyebiliyorsunuz. Baktığınız evin ya da iş yerinin net konumunu harita üzerinde görebiliyorsunuz.

Bu kadar kolaylık ve çok seçenek varken www.hurriyetemlak.com’da, aradığınız emlağı ya da emlağınızın talibini bulmanız an meselesi!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

25 Mayıs 2012 Cuma

Eurovision'a Dair (?)


Dün akşam salonda bi' başıma oturmuş tv izliyordum. Hatırlamıyorum ama çok muhtemel kahve de içiyordum. Çünkü genelde kahve içerim. Hareketsiz/az hareketli yaptığım bir eylem varsa, kahvede oralarda bir yerdedir; ya elimde ya da sehpanın üzerinde. Annem bugün "yaşayasın toprakları kadar, büyükbaban gibisin." dedi. Annemin özlü sözlerine diyecek yok! Büyükbabamın da köyde, elinden çay bardağı eksik olmazdı. İstanbul'a geldiğinde de eksik olmadı ama ben köye gittiğim zamanlarda hatırlıyorum. Elinde bardak, köy yolundan yukarı doğru ağır ağır yürürdü (bkz: az hareket). Sonra da bardağı yukarılarda bir yerlerde, yol kenarına bırakırdı, biz gider alırdık.

Büyükbabama benziyor olabilirim ama mevzu bu değildiki!
Televizyon izliyordum, evet.. Kahvem de vardı. Geçeliiimmm!

Zapink eylemini gerçekleştirirken, bir de  baktım ne göreyim, Eurovision!Çok şaşırdım! Böyle bir afalladım ki sorma gitsin... Ve ben neden konuma sadık kalamıyorum? Neden Allahım yaa? Oysa dün kandildi ve ben çok dua etmiştimya! Gerçek!

Şaşırmadım. Eurovisionu gördüm, bunu izleyeyim bari dedim. Malum;Can Bonomo, şarkı güzel, çizgi film şarkısı gibi diyenler oluyor çevremde ama onlara "vataşiba vataşiba" demek istiyorum.. İzliyorum, gayet normalim. Ülkeler çıktı, şarkılarını söylediler, genel olarak sevmedim.. Bence bizimkisi baya daha iyiydi onlardan. Sonracığıma,yirminci ülkede şarkısını söyledikten sonra oylama yapılacak ve finale kalan ülkeler belli olacak. 1,2,3,4.. derken Türkiye demiyorlar. 9 dediler, Türkiye demediler! Neyse 10'da Türkiye dediler, finale kaldı Can Bonomo falan filan...
Tabii ki bir Eurovision değerlendirmesinden bahsetmek değil amacım..

Sonuçlar açıklanırken şöyle bir düşünce geldi bana (töbeebismilah); Sanki ben izlediğim, benim gözümün önünde cereyan ettiği için ve içten için Can Bonomo'nun finale kalmasını istediğim için, Can Bonomo finale kalamayakmış gibi.. Düşünce bu!

Sonra daha önce de böyle şeyler düşündüğümü hatırladım; Maç izlerken, yarışma izlerken...

Uğursuz olduğumu söyleyen sazanları duyar gibiyim.. Değilim. Hem değilim, hem de uğursuzluk getirdiğim yönünde bir inancım yok!

Düşüncenin bana gelmesiyle, nedeninin gelmesi eş zamanlıdır!
Anladım ki, ben, güzel şeylerin, özellikle gerçekleşmeme ihtimali de bulunan güzel şeylerin, insanın gözünün önünde gerçekleşmeyeceğine inanıyorum. Bilinçaltım böyle diyormuş.

Bana göre, güzel şeyler duyulurmuş, haberi gelirmiş.. Olma aşamasındayken görülmezmiş. "Olacak, oluyor ve olduuuu!" diye bir şey yokmuş.

Ya.. Bir Eurovision'dan içsel yolculuğa,kendini tanıma, gözlemlemeye bağlarım! Yaparım bunu, şaşıran da şaşırır.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ciddiyetle Mizah Yapılır, Yapılmaz... Kim Bilir..


Aradan bir haftadan uzun bir süre geçtiğine göre artık söyleyebilirim!

Üslubumu ciddiyetsiz bulan sevgili x kişisi;
Öncelikle anlamadığın, üslubum ciddi! Hiçbir vakit ciddiyetsiz olmadım! Ciddiyetle zıvanadan çıktım yeri geldi, yeri geldi ciddi ciddi saçmaladım.. "Ciddi ciddi saçmalıyo la bu kız!" derler.. O derece! Ve en mühimi, ciddi ve sıkıcı bir tipiniz var sevgili x kişisi! Eğlenceli ve matrak (ama her daim mesajlı, özlü sözlü) tarzımı anlayamayışınızı   
buna veriyorum ve sizi affediyorum! Zeus gibiyim adete..

Gelelim size y kişisi;
Siz de bir yerde "sevgili"siniz tabii.. Ama sevgili y, niçin ekürinizi hiç tanımadan benimle iletişime geçersiniz? Yazık değil mi bana, günah değil mi bana? 

Evet.. Bu da böyle bir hikayeydi ey dostlar!
Şimdi soruyorum size; ben burada ne anlatmaya çalıştım?

Not: "Çok samimi"yi "ciddiyetsiz" olarak algılayan ve bundan ötürü alınganlık gösteren, kin duyan, diş bileyen Kadın; kuzum sen nasıl bir kafadasın?

18 Mayıs 2012 Cuma

İyi gidiyordum.. Sarpa Sarıyorum!

Ne kadar çok şey istediğimi biliyor muydunuz? Peki bunların çok da küçük şeyler olmadığını?
Bilmiyordunuz..
Kimsenin "bilmediği" (bilmekle inanmak ayrı şeyler) ve bir tek benim bildiğim (yakın zamanda öğrendim) ise; ben bunları yapacağım!


Öncelikle şunu söylemek isterim, hiçbir zaman iddialı biri olmadım. Olmadım işte.. İyi bi' şey değildi ama, öyleydi. En iddialı olabileceğim şeylerde bile, hatta tanıdığım hiç kimse benden daha iddialı olamayacakken (ama olurken) bile öyleydim.
Ve şimdi anlamışsınızdır ki, öyle değilim!

Ne oldu sanırsınız? Birden bire başıma sihirli değnekle mi dokundu peri, ya da vahiy mi indi?
Yoo hiçbiri olmadı.
Sadece, görebiliyorum artık (göz bozukluğu çok fena!).. Aynaya bakınca kendimi görüyorum, konuşurken görüyorum, yazıp çizerken, çalışırken, gülerken, sinirlenirken, kırılırken, el uzatırken, elim havada kalırken.. Hep kendimi de görüyorum. Gördüğüm şey bana hak sahibi olduğumu söylüyor..

Eskiden bi' de öteye doğru bakınca, böyle flu, sisli, ne çıkacağı belli olmayan bir yer, bir hayat vardı; şimdi o yok! Daha çok netlik var.. Benim sevgili güzel hayatım!

Vesaire vesaire diye de gider..
Genelde "bu tarz"benim pek mevzum olmaz bilirsiniz ama yazmak istedim.. Yazdım da nitekim! Kimse de yazma demedi! Şu blogda sıçıp sıvasam yapma, etme diyenim yok!
Heyhat! Sorumluluklarım var benim, hepsi benim, üzerime üzerime.. Tanrıııımmmm!

Ne kadar dayanabilirsin diye sorsanız, "aha da işte bu kadar" derim. Giderim o halde artık!
Biricik son sözüdür bu yazının; Ciddiyetsizliğe vurduysam, fazla ciddiyeti sevmediğimden! Oysa ki ciddiydim..


15 Mayıs 2012 Salı

Yağmur Yağıyor ve Meteoroloji Pek Kayıtsız!




Yağmur görünce seyir halimi alıyorum.. İşi gücü bırakıyorum, camdan bakıyorum (aaaarap kııııızııı camdan bakııyooooorr, evet!).. Meteoroloji bu durumdan kendine pay çıkarmasın. Çok yanılır! Benim yağmurla olan ilişkimde az da olsa etki sahibi olmak kıvanç duyulacak bir durum olabilir, ama meteorolojiyle hiçbir alakası yok! O beni çok yanılttı.. Hayal kırıklıklarına sevk etti beni ansızın.. Sana şarkılar, şiirler yazacağım meteoroloji! Sitem dolu sözler bunlar! Rezil edeceğim meteorolojiyi! Sınıfın şişman ve sivilceli çocuğunun, tüm sınıfın önünde aşkını ilan ettiği az güzel kız gibi rezil olacak! Hain planlar bunlar..

Meteoroloji ve yağmur ile ilgili yazmak istediğim sanırım anlaşılmıştır..

Önce Yağmur!

Yağmur'u hep izlerim.. Nerede görsem izlerim.. Ofisteysem işi bırakır izlerim, evdeysem oturur izlerim, sokaktaysam oracıkta dikilir izlerim ve sıçana dönerim tabii ki.. Ne bekliyordun! Neden izlediğimi inan olsun hiç bilmem, çünkü yağmuru sevmem! Tamam, sevmem demek biraz abartı olur.. Çekingen, tutuk bir iletişimimiz var diyelim. Gelişmiyor, geriliyor! Ha, filmlerde, romantik sahnelere yakışır orası ayrı. Benim hayatımda ise, hareketimi kısıtlayan, beni toplu taşımalara mahkum eden, babet ve sandalet giymemi engelleyen, saçımı başımı bozan baş belası bir şey yağmur! Mayıs geçiyor ve ben artık yağmayacağı günü bekliyorum sabırla (sinirle.. ya da küfürle!)..

Sonra Meteoroloji!

Pazar günü bakmış olduğum hava tahmin raporlarına göre, haftasonuna kadar şehri sel götürüyordu; yağmur, çamur, fırtına! Şaka! Yağmur görünüyordu sağanak halinde bütün bir hafta. P.tesi baktığımda ise perşembe günü parçalı bulutlu idi.. Bir günde neler değişir bu ülkede! Bugün baktım, yine kara kara bulutlar görünüyor perşembeye.. Yarın da yine yağmur görünür perşembeye.. Ve bu böyle süreeeer gider! Ne istiyorsun benden a canım meteoroloji? Niçin derdin var benim perşembemle? Hadi geçtim perşembeleri, cumaları; bir bilimsin sen meteoroloji! Böyle duygusal gel gitler yakışıyor mu sana! Sergi açacağım sana!

Nazikçe içimi döktüm, hoş oldu.. Ve İstanbul'da Salı akşam üstü hava durumu; Pencereden içeri giren yakıcı güneş, oysa az önce nasıl yağmur yağdı!



11 Mayıs 2012 Cuma

"Karaköy Vapuru Hareket Etmiştir!".. Hadi Canım!


Avrupa yakasını özledim!
Çok özledim!

Moda sahilde oturup kahvemi yudumlarken (kahve hep yudumlanır.. Başka nasıl içilir?),sessizlik vardı. Martı sesleri vardı, bir adet taka (gel gör ki karadenizliyim.. Taka denir, başka ne denir!) geçiyordu, şaşılası, evet, yunus ailesi hoplaya zıplaya geçti gitti gözümün önünden.. Öğlen saatleri ne hoş ne güzeldi.

Heyhat! Tatminsizlik diz boyu.. Dünyaları verseler, hani nerede marslar, jüpiterler, venüsler.. hani?
Budur!

Saadet ve huzur saracaktı dört bir yanımı.. Olmadı! Ki, şimdi anlıyorum... İhtiyar mıyım ben? Huzur evine mi kapanayım! 

Neyse..

Gözüm karşı kıyıya takıldı bir an.. Galata kulesi var ya o Galata kulesi.. Kanıma giriyor arkadaş! 

Sislerin arasında bile kendini bi' güzel gösteriyor ki niçin? Ben bunu sorgularım! Derdi ne acaba?

Hatırladım.. 
Bir zamanlar ne sık giderdim oralara.. Bir ayı geçti vapura binmişliğim yok(var! mübalağa yapıyorum.. dramatik yapı güçleniyor)! Karaköyden Taksim'e çıkmışlığım, Kabataş'ta çay içmişliğim.. Yok anacım yok!

Kadıköy'e tıkıldım kaldım resmen! 
Severim esasında.. Aslında çok sevmem.. Biraz severim.
Sıkıldım!

Avrupa'ya kaçacağım yakın zamanda. Köprüde, arabaların arasında Anadolu'dan Avrupa'ya doğru topuklu ayakkabılarıyla koşan bir kadın görürseniz, beni şişli metrosuna kadar bıraksanız ya..

Sağlıcaklan..

Not: Ben de olsam gider Galata'yı çekerdim, Taksim Nostaljik Tramvayları çekerdim, Sultanahmet'i çekerdim.. Turistlere de bi' güzel kakalardım. Tutup da Moda iskelesini çekmezdim yani!
Alınma sevgili Moda Sakini (sakinsin neticede.. )!

En Yaratıcı Anneler Günü Hediyesini mi Arıyorsunuz?



Anneler Günü’nün en yaratıcı hediyesini aramanıza artık gerek kalmadı. Vestel'in bu yılki Anneler Günü’ne özel tasarladığı Anne Bak N’aptım Facebook uygulamasıyla, annenizin sevinç gözyaşları garanti :)

Malum, sosyal medyanın popülerliği arttıkça, “kaç yaşında olursa olsun, yeter ki gözümün önünde olsun” diyen annelerimiz, Facebook’ta da “arkadaşımız” oldular. Bir hesap açar açmaz da genelde yaptıkları ilk iş, profil ya da kapak fotoğraflarına biricik evlatlarının resimlerini koymak oluyor.

İşte buradan yola çıkan Vestel, Facebook sayfasındaki Anne Bak N’aptım uygulaması ile kullanıcılara, Anneler Günü’nü Facebook’ta “anne stili” kutlama şansı veriyor.  Vestel'in bu uygulamasıyla, Anneler Günü kutlamanızı Facebook kapak resminize taşıyıp, annenize olan sevginizi dünyaya ilan edebiliyorsunuz. İsterseniz kendi annenizin fotoğrafını şablonlara yerleştirerek kendinize özel bir tasarımla, isterseniz de önceden hazırlanmış tasarımlardan birini kullanabiliyorsunuz.

Üstelik, annesi için tasarım yapanlar çok özel bir indirime de hak kazanıyor. Bu Anneler Günü’nde annesine en yaratıcı hediyeyi vermek isteyenler buraya:

http://gid.io/AnneBakNaptim

Bir bumads advertorial içeriğidir.

6 Mayıs 2012 Pazar

Sen de mi Brütüs!

"Ben de mi Sezar!"...

Brütüs böyle bir şey söylemiş olabilir mi? Yani, Sezar'a hançerlerini saplayan altmıştan fazla kişiden biri kendisiyken.. Sezar, son sözleri olduğu iddia edilen kelimeleri dile döktükten sonra.. Şöyle bir olduğu yerde doğrulup, ileriye doğru "jeton düştü" bakışıyla, "Ben de mi Sezar!" demiş midir?

Dememiştir!


Çünkü hiçbir Brütüs böyle bir şey söylemez! İtinayla kurulan cümleler, kendini aklar niteliktedir.

Sezar'ı öldürmüş olabilir.. Sezar bunun için kızmamalıdır. Niçin kızıyordur? Brütüs'ün Sezar'ı öldürmesi gayet normal bir davranıştır. Zaten Brütüs mütemadiyen Sezar'ı öldürür.. Her zaman yaptığı şeyi yine yapmıştır.. Sanki Sezar biraz abartıyor mudur nedir..

Hayır!


Jetonun düşüş anı vardı ya, işte o an, Sezar için bu andı.. Sezar aptal biri değildir (varsayıyorum!). Brütüs'ün nasıl biri olduğunu anlamış olması gerekirdi. Anlamıştır da.. Ama, bazen, "yüzde yüz" bekler insan, emin olmak için. Görmek istemediğin şeyi görmek hiç hoş değil..

Bence Sezar'ın tek şanssızlığı, Brütüs'ün hain olduğunu gördükten sonra görebildiği diğer bir şeyin ve tek şeyin "beyaz ışık" olmasıydı.. Başka değil.

Brütüs(ler) hakkında son bir anektod; Bencildir! Ve bu bencillik öyle büyük, öyle anlaşılması güç bir şeydir ki, tüm insanların, onun için, onunla beraber "bencil", daha doğrusu "oncul" olmasını bekler; olmayınca da şaşırır. Nasııılll olur da, onun iyiliği ve çıkarları için olan şeyi anlamaz ve destek olmaz bu insanlık!

Tuhaf, değil mi?.. Değil mi?.. Bence de, değil!


Bundan böyle ben de gayet zahmetsiz sevgiler kuracağım kendime.. Rahatlarım.. İyi olur..

Not: Sezar'a bir müdahale şarttı tabii.. Brütüs Sezar'ı arkadan vurmasın da ne yapsın? Bak! Gördün mü! Adam haklı.. Ne yapsın!

22 Nisan 2012 Pazar

Bir Haftada Olabileceklerin Az Bir Kısmı


Daha önce hayatın ne kadar garip olduğundan bahsetmiştim değil mi? Boşa konuşmam arkadaş; Hayat hakikaten çok garip! Şu anda herkesin bildiği bir klişeden bahsettiğimi düşünüyorsanız, düşünmeyin! Sanki herkes bilmiyormuş gibi düşünün, mahsusçuktan.. Madem her halükarda yazacağım, bir anlamı olsun!

Ve bunun üzerine, aslında pek çok şeyin gayet de normal olduğunu söylesem? Söylerim! Söylüyorum; Aslında pek çok şey gayet de normal! Çelişmiyorum, açıklıyorum.. Müsadenizle..

Geçen hafta, pazar günümü hatırlıyorum(Ondan önceki pazarı da hatırlıyorum.. Hafızamla iftihar ediyorum!); Birilerini hatırlıyorum.. Sövüp sayıyorlardı. Şikayet ediyorlardı. Haklıydılar muhakkak. Kendilerini tanırım, ihtiyarlar gibi hep söylenirler. O zaman, haklı da olmayabilirler. Ama hayır, bu defa haklıydılar!

Başka birilerini hatırlıyorum; Onlar da çok şikayetçiydiler. Haklı olup olmadıklarını bilemem. Kendilerini pek tanımam.. Üstünkörü işte.. Bırakmaya niyetleri vardı; Bıraktılar da!

Birileri daha vardı.. Devam etmeye niyetleri vardı. Bu ne kadar "normal" bir niyet, değil mi? Öyledir sonuçta; Yarın bugünün devamıdır. Bugün gibidir.. midir?

Sonra geldik, bu pazar oldu.. Ne güzel de oldu! Yağmur yok, çamur yok, güneş, sıcak.. Balkonda kitap bile okudum.. Ooohh miss gibi! Baharlık gündüz filmi izlemeyi teklif ettim ama polisiye izlemeyi tercih eden insanlarla aynı evde yaşıyorum! Bakın işte yine; Hayat garip!

Neyse ben daha fazla dağılmadan.. Bugün!
Bazı birilerini gördüm, sövüp saymak için acele ettiklerini fark etmişler. İstekleri gümüş bir tepside değil de, çömlekte sunuldu diye şikayet etmek, kimileri tarafından biraz şımarıkça bir davranış olarak algılanabilir. Anlamışlar.

Birileri de, bırakmanın çok da iyi bir fikir olmadığına karar vermişler. Geri dönmüşler. İyi mi yapmışlar kötü mü bilemem. Kendilerini pek tanımam.. Ama şunu bilirim; Geri dönebilmek herkesin sahip olmadığı bir lükstür. Elde edilmiş bir lüks!

Birileri daha.. Yarın bugünün devamı değildir! Devam etmediler.. Ara verdiler, değiştirdiler... Her nasılsa işte; O gün gibi değil, bugün!

Ya.. İşte böyle.. Tek tek bakınca çok normal, bütün olarak bakınca, çok garip!
Ey Bir Hafta;
Sen nelere kadirsin!

Biliyor muydunuz? Bilmiyordunuz!


20 Nisan 2012 Cuma

Kasımpatı Diye Çiçek Mi Olur! Deve Dikeninden Olsa Olur!

Sevgili Blog;

Ahaaahaaa... Yine yaptım! Ama bu sefer aitlik katmadan yaptım ve şakacı, güldürüklü bir kimse olmadığımı kanıtlarcasına komik olmadım, yine!

Aslında başka bi' şey diyecektim.. Ne diyecektim.. Hayat çok garip.. Evet. Bunu söylemeyecektim. Şimdi söyleyecek bir şey bulamadım ve "hayat çok garip" dedim diye, neden böyle bir şey söylediğimi, hayatın nesinin garip olduğunu açıklamak zorunda mı kalacağım? Oysa ki bana sorsalardı, bence hayat gaaayet de normal.. Kalmayacağım! Açıklamak zorunda da kalmayacağım, burada da kalmayacağım.. Gidiyorum ben!

Bok blog!

Sevgili Blog;

Ahaaahaa... Hep yapıyorum.. Ne komik!

18 Nisan 2012 Çarşamba

Fırtına Ve Sonrasına Dair


Sevgili Blog Sayfam;

Böyle başlayacağım bundan sonra yazmaya.

Yok, başlamayacağım. Şaka yaptım. Ve komik olamadım. Her zaman güldürüklü, eğlencelikli şahıs olmadığımı anlayın diye yaptım. Kasıt var, hasbelkader yok!

Bugünümden söz edeyim hazır lafı açılmışken (ne ara?).. Fırtınada neredeyse uçmayacaktım, öncelikle bunu söylemek isterim! Hemcinsim olan bir takım yetişkinler uçacaklarını düşünüp korkuya kapılmışlar. Ben olsam heyecana kapılırdım. Zira uçmaktan bahsediyoruz, boru değil! Onlar öyle fantastik haller içerisindeyken, havalanıp kafama çarpabilecek cisimlerden kendimi koruma telaşındaydım; tahta, demir, çelik.. sert cisimler. Elli kiloluk bir insan cüssesi tarafından denize doğru sürüklenme ihtimalim de varmış meğer. Hayal dünyamdaki kısırlık göze çarpıyor, değil mi?

Kendinizi bu kadar hafife almayın hanımlar!

Sonrasında rüzgar dindi, yağmur yağdı, güneş açtı, yağmur yağmaya devam etti (kasırgadan bahar yağmuru romantizmine geçiş yaptım, nasılım?).. derken, gökkuşağı göründü. Birbirimize gökkuşağını gösterdik, mutlu olduk.. Akşam üstüydü. Akşam güneşi havaya turuncuya dönük bir renk vermişti ve gökkuşağıyla bir ahenk oluşturuyordu...
Desem ne uyuz biri olurdum, allah da benim belamı verirdi!
Yok efendim, ben gökkuşağı falan görmedim. Gördüm diyenler var, ama bence yalan söylüyorlar! Çünkü ya yalan söylüyorlar ya da allah hakikaten benim belamı verdi!

Neden?
Şundan:
Fırtınanın şiddetle varlığını gösterdiği o ilk zamanlarda ben kapalı alanlarda olmalıydım. Olamadım. Kapı duvar olunca, elim mahkum sokaklara geri döndüm ("Hayat sokaktaa!" Ya!). Fırtınaya yakalanmamın hikayesi böyleydi işte. Yukarıdan bir elin müdahalesi yok mu? Yok! Ya da var! Belki var belki yok! Bence var!

Hadi fırtınaya yakalandım.. Yağmurda da ıslandım.. Peki o zaman niçin, cefasını çeken ben, sefasını süremedim de o gökkuşağını göremedim? Ödülüm olacaktı, gülümseyecektim.. Benim hakkımdı!

Bunları düşünüp, elimdeki verileri de değerlendirdiğim zaman çıkan sonuç; Yalan söylüyorlar!

15 Nisan 2012 Pazar

Sihirli Değnek Değmiş Gibi Olacaktı Ama!


İnsanları oldukları gibi kabul etmek adetim değildir! Olduğu haline kıl kaptıysam, niçin kabul edecekmişim acaba? Bunun için tek bir neden olabilir; olduğu halini geç fark etmişimdir ve iş işten geçmiştir..
Olduğu gibi kabul ettiğim insanları çok seviyorum. Yoksa oldukları gibi kabul etmezdim. Çünkü oldukları halleriyle, birer facialar!

Ufak tefek müdahalelerde bulunmalıyım. Bu bana düşer!
İzlediği filmleri bir daha kesinlikle izlememeli. Harddiskinden silmeli, o filmler üzerinden muhabbet açmamalı!
"Espiri yaptı andaval!" diyor herkes arkasından. Üzülüyorum bir arkadaş olarak.. Espiri yapmamalı, sıklıkla gülmeli, katılımcı olmalı!
Kedi değil, köpek beslemeli. Kadınlar kedisi olan erkeklerden hoşlanmaz! Bu yaşa gelip bunu öğrenememişse, kapısına bir adet yavru köpek mi bırakayım?
Gibi...

Hiçbir zaman olmayacak.. Herkes kendinden anlamsız bir şekilde memnun. Peki sen memnun musun benden diye soran yok tabii! Kör topal yaşayıp gidiyorlar; ne mutlu (yazar burada mübalağa sanatını sömürmüyorsa ne yapıyor?)! Oysa yapmayı planladığım değişiklerle ne güzel, ne mükemmel olacaklardı. Hep benim tasarılarımı baltalıyorlar, hep! Özgürce sanatımı icra edeyim, bi' bırakın. Yok!
İsterdim ki, benim baktığım gibi baksınlar olaya. En iyi ben bakarım.. Anlatamıyorumki!

Mükemmeliyetçi ve iyi niyetli düşüncelerime yazık olsun!

Ben bu insanları ne demeye bu kadar seviyorum o zaman, şeklinde bir soru uyandıysa beynimde, bundan şimdi bahsedemem. Boşa konuştuğumu fark ettiğim o "an" var ya, nefret ediyorum. Bahsetmeyeceğim, hayır! Çok düşünüp az konuşurmuşum gibi yapmaya devam edeceğim, evet!

Benzer bir başlık altında yakın zamanda kendimi ele alacağım, ki çuvaldızdan hallice olacak!

13 Nisan 2012 Cuma

Burada Bir Mesaj Var! Yakalayın!


Çok yorgunum! Ayaklarım zonkluyor!
Bütün günü, ayak baş parmağımı ayak işaret parmağımın üzerinde yaşadım (ayak işaret parmağı diye bir şey yoktur sanırım). Tavsiyem; güzel görünüyor  diye her bulduğunuz ayakkabıyı ayağınıza geçirmeyin, ölürsünüz!

Peki ben o ayakkabıyı neden giydim? Etkileyici görünmek için. Etkileyen etken, etkilenen edilgense, ben ne oldu nasıl oldu da edilgen oluverdim hiç anlamadım..
Ama hakkı vardı allah için! O ne güzel ofisti, ne güzeldi öyle! Apaydınlandım, nur indi gözlerime.. Beyaz ışığa doğru koşuyordum adeta (yürürüm ben, bilen bilir!).

Hani filmlerde olur, adam kadını görür ve o an kadınla sevgili olduklarını, evlendiklerini, çoluk çocuk parkta gezindiklerini hayal eder; o an! Bende de öyle oldu işte; kapıdan içeri girdiğim o an, fon müziği eşliğinde, ertesi gün ve sonraki gün ve daha sonraki gün kapıdan içeri girdiğimi hayal ettim gerçekle karışık!

Öyle işte.. Neticede şu an çok yorgunum. Keşke çıkınca eve gelseydim. Keşke gezmelere gitmeseydim. Keşke bu kahve multi vitamin olsaydı, bacaklarımda ağrımasaydı.
Ağrılar çok fena! Pek geçmiyorlar. Uyuyunca geçer diyorum ama belki geçmezler..
O zaman yarın converse mi giyeceğim? Sandalet giyeceğim!

11 Nisan 2012 Çarşamba

Güvercin Olmak İstiyordun, Fakat Testin Sonucunda Maymun Çıktın! Üzgünüm..


Eskiden, daha bir küçükken... Lisedeyken! Evet, lisedeyken, bir sürü genç kız dergileri vardı. Onların hepsi benim dergi koleksiyonumda da vardı (Bir ara görmeye gelirsiniz!). "Bilmem ne Girl" dergileri.. Söz konusu olan dergilerin her sayısında muhakkak bir tane ilgimi çeken test olurdu. Pek çok test olurdu ve ben her birini itinayla çözerdim ama birini en çok severdim. Test dediğimde, "Lost karakterlerinden hangisisiniz?", "Hangi mevsimin insanısınız?" gibi konu başlıklarına sahip, gayet bilimsel(!) verilerle desteklenmiş, çoktan seçmeli 15 - 20 soru güruhu..

Benim çözdüğüm testleri tanımlarken, bir de şu ifadeyi kullanmayı yerinde buluyorum; çoktan sonuçlu!

Mantık şöyle olmalı aslında; Testi oluşturan sorular sırasıyla, atlamadan, istenilen sorudan başlanmadan, son soruya kadar cevaplanır. Sonra verilen cevaplar hesaplanır ve kaçınılmaz sona ulaşılır!

Benim mantığım ise şöyleydi; Testin olduğu sayfa açılır. Test, hassas bir noktamla ilgilidir (lisedeydim sonuçta, pek çok noktam hassastı). Öncelikle sorulara bir göz gezdirilir. Sonra çaktırmadan (biz testleri ma aile çözüyorduk zaten!) sonuçlara göz gezdirilir. Sonuçlardan biri göze kestirilir ve en çok b şıkkı işaretlenilir. Çünkü istenilen sonuca götürecek şık b'dir!

Garip değil aslında. Yani, neticede o yaşlarda hangimiz kendimizi tanıyor, kendimize tapıyor, kendimizle barışıyordukki? Olmak istediğim "biri" vardı, ben de saçma sapan bir testte dahi olsa, "o" olduğumu görmek istiyordum.. Ve kendimi şahane bir şekilde kandırarak, asla romantik kız olmuyordum hiçbir testin sonucunda!

Dediğim gibi, garip değil.. Garip olan, lise biteli yedi yıl olmuşken, internette bulduğum saçma sapan ve kesinlikle bilimsel verilere dayanmayan bir testte, ben yine en çok b şıkkını işaretledim.. Yıllar insana ne çok şey katıyor değil mi! Ama ne var biliyor musunuz, artık istediğim sonuca ulaşmak için önce sonuçlara bakmam gerekmiyor, şıklardan anlıyorum hangi cevap beni hangi sonuca götürür.
Zekamın gelişmişliğine vurgu yapmak istedim..

Ve evet; sonunu öğrenirim, film izlerim, kitabı da okurum! Ben buyum oğluuum!


3 Nisan 2012 Salı

Altı Üstünden İyidir Belki?


İnançlarım tarafından taciz edildiğimi hissediyorum bu günlerde. Bildiğimiz taciz işte canım.. Mecazi anlamda kullanılıp, gerçek anlamından da çok uzaklaşmadan; taciz!
Nasıl oluyor? Şöyle oluyor: Kafamın içinde çıkarttıkları uğultularla ve ardı arkası kesilmeyen dürtüklemeleriyle rahatsızlık veriyorlar. İsteğim dışı düşünceler zihnimi yorarken, istemediğim davranışlara doğru tabana kuvvet koşuyorum.
Koşuyorum? Yürüyorumdur ben canım, kesin..

Başkası başka bi' şey desin, ben taciz derim buna!

İnsanın kendi kendine yaptığını cem-i cümle toplansa yapamazmışya; benimki de o hesap. Çocukluğum itibariyle, küçük küçük, üstüne ekleye ekleye geliştirdiğim, yazıp çizdiğim -ama inatla hiç silmediğim-, tüm hakları bana ait olan inançlarım, günü geldi başıma dert açtı.

Ne gibiler biliyor musunuz: Kara kedi gibiler.Uğursuzluk getirmiyorlar. Kara kedi gibi de değiller o zaman.. Tamam, yine kara kedi gibi olsunlar, ama kara kedi uğursuzluk getiriyor olmasın. Meselaaa.. Yolda yürürken kara kedi görürsen, fırtınalı bir havaya yakalanırsın!
İşte benim inançlarım.

Ve o fırtına kesin kopar. Temmuzda olsan yine kopar. Bin yıldır bu coğrafyaya tek damla yağmur düşmemiş olsa da kopar.
Bu da benim inancımın boyutu.

Durum böyle olunca, diyorum ki çok da direnmeye gerek yok. Evrenin şefkatli kollarına bırak gitsin kendini. Hem belki inandıklarım doğrudur. Belki fırtına kopar gerçekten.. Belki de ben biraz kapalı ama sıcak ve yağışsız günlerimin bitmesinden korkuyorumdur. Fırtına gereklidir oysa, belki de?
Bunlar da benim gelgitlerim!

O, bu değilde, şarkı filme ne çok yakışmış! Seviyorum!


















2 Nisan 2012 Pazartesi

İşte Aranan İkili: Projektör ve Kamera


Bir kamera düşünün ki kaydettiğiniz anılarınızı küçük ekranlara sığdırmanızı istemiyor. Kaydettiğiniz görüntüleri geniş duvarlara ve istediğiniz herhangi bir yüzeye yansıtmanıza olanak sağlıyor. Yeni Sony Handycam, projeksiyon özelliğiyle her alanı bir sinema salonuna çeviriyor. Kısa ve eğlenceli tanıtım videosunu izledikten sonra siz de neden bahsettiğimi anlayacaksınız.

Eskiden bilimkurgu filmlerinde rastladığımız teknolojilerden biri daha hayatımıza giriş yaptı. Şimdi isterseniz kışın ortasında önceki yaz tatilinizi evinizin duvarına yansıtarak sevdiklerinizle izleyebilir hatta bunu bir alışveriş merkezinin dinlenme alanında bile yapabilirsiniz. Sony Projektörlü Handycam seçimi size bırakıyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

31 Mart 2012 Cumartesi

Afiyettesiniz İnşallah? Gibi...


-Nasılsın canım?
-İyiyim canım, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim...

Sessizlik.. Ve kısır bir sorudur "nasılsın?"! Muhabbetin devamını getirmez, öylesine sorulmuş hissi verir -ki çoğu zaman öylesine sorulmuştur. Sorulan da laf olsun diye "iyiyim" der -ki o "kötüyüm" dese, sohbet akabilir, çünkü ardından kaçınılmaz olarak "neden" sorusu gelir. Neden iyi olduğu sorulmazki adama! İyiymiş işte, yaşıyormuş çok şükür..
Olumsuzlukların zaman zaman kapı açtığını düşündüğüm yetmiyordu, iletişimi güçlendirdiğini düşünüyorum artık. Abuk düşüncelerimle bin yaşayayım!

Ha, çok çok çooook iyi olması hali de olabilir; o zaman da sorulan "neden bu kadar iyisin?" sorusuyla karşı karşıya kalır ve anlatır. Sohbet yine aktı! Ve bir insana neden çok iyi olduğunu soran, genel bir  zihniyet gerçekten var mı, yoksa benim mi uydurmam; meraklardayım!

Bir de, kendisine "nasılsın?" dendiği zaman panikleyenler var. Ya da onlar yok.. Ben varım, ama yalnız hissetmek istemiyorum! Bu tiplere de (tip(ler) dediğime bakmayın, güzel insan(lar) aslında) bir sor bin ah işit! Deyim yerinde mi bilmiyorum ama en iyisi göstererek açıklayayım:
-Sen nasılsın canım?
-Ben? İyiyim? Kötü mü görünüyorum? Kötü olmam için bi' sebep yok ki! Her şey yolunda! Ne demek istiyorsun sen yaa?
Bence gayet yerinde bir tavır! Ne diye insana ruh halini sorgulatırsınki?

Doğru soru şunlardan biri olabilir mesela; Naber, neler yapıyorsun, nasıl gidiyor, ne alemdesin... Nispeten daha yüzeysel sorular. Ayrıca yanıtında bir kaç cümle de kurulabilir, sonra bir kaç cümle daha kurulur devam eder.. Bu arada, "naber" de tek başına olmaz! "İyidir" dedi mi zıçtın! "Naber, ne yapıyorsun?" olabilir..

Tabii bunların hiçbirinin sonunda ne olacağı kesin değil! Konuşmak istemeyen adama ne yapsan nafile.. Soru sorarsın, yanıtında tek kelime! Soru sorarsın, yanıtında tek cümle! Bi' de üstüne soru da sormaz, tüm çabalar piç olur! Olabilir..

Tamamen kişisel olarak "nasılsın"ı bir soru olarak boş beleş bulduğum içindi belki de bunlar.. Çünkü bana "nasılsın" diye sorma! Bana "yok mu bi' ihtiyacın" diye sor! "Yeni sezon açıldı, gidelim mağazalara limitsiz kredi kartımla" de! Bana bunlarla gel.. Nasılmışım! Şahaneyim!




27 Mart 2012 Salı

Elm Sokağı Kabusu, Yıllar Geçse de Kabusum Olabiliyor!


Çocukken en sevdiğim korku filmiydi; Elm Sokağı Kabusu! Bütün seriyi izlediğimi gururla söyleyebilirim. Öyle ki, yaşıtlarım arasında, serinin ilk filminde, kendini Freddy Krueger'in oğlu zanneden yeni yetme aptalın Johnny Deep olduğunu hatırlayan/bilen azınlığa dahilimdir. O kadar sevdiğim bir filmdi yani.

Sağ elindeki beş parmağının beşinde de keskin bıçaklar taşıyan, yanık yüzlü, çizgili kazaklı, fötr şapkalı, zeki, çevik, muzır, sempatik ve karizmatik, aynı zamanda da ürkütücü karakter Freddy Krueger! Hala o filmlerde, Freddy'ye haksızlık yapılmıştı da mı Freddy intikam almak için geri dönmüştü, yoksa Freddy zaten her zaman kötü müydü çözebilmiş değilim.. Serinin hemen her filminde hikaye değişiyordu. Yedi filmin yedisinde de bir şekilde öldürülen Freddy (hep de ufak tefek kızlar öldürür Freddy'i nedense), sonraki filmde anlarız ki, ölmemiştir.

Yedinci filmin sonunda nihayet öldü derken, yıllar sonra, 2010 yılında, beş adet körpenin, denizle kumla güneşle süslü rüyalarını kabusa çevirmek için geri dönmüş meğerse.. Dün gece öğrendim; Uykumda! Şaka! Dün gece filmi izledim de, o şekil..

Elm sokağı kabusu, bildiğimiz elm sokağı kabusuydu. Freddy yine rüyalara giriyor, rüyanda ölürsen gerçekten ölüyorsun, ip atlayan kız çocukları, bir iki freedy senin için geldi.. üç dört kapını sımsıkı ört... Bildik şeyler.

Ama yine de eskisi gibi gelmedi. Sanırım bunda önemli etken, önceki serilerde Freddy Krueger'i oynayan Robert Englund'un artık Freddy olmaması. Çünkü o haliyle Freddy sadece korkunç bir korku filmi karakteri değildi. Hakikaten bir "karakter"di. Gülüşünü, mimiğini hatırlarım Freddy'nin; bu filmde ise yanık, iğrenç bir yüzden ibaret. Keşke Robert Englund yaşlanmasaymış.. Ayrıca önceki filmlerde kabuslar çok daha eğlenceli ve şaşırtıcıyken, bu filmde kabuslar kabus gibi başlıyor, kabus gibi de bitiyor. Örnekle açıklayayım; zayıflama takıntılı kızın çok yiyerek patlaması, ya da güzel bir kumsal da keyif yapan kızın karıncalar tarafından yenmesi gibi kabuslar yok da, kimsenin olmadığı bir binada yanıp sönen ışıklar, alevler ve ortaya çıkan Freddy var. E bu da benim çocukluğumun Freddy'sinin yaratıcılığına yakışmaz!


Neticede, sevmediğim, üzerine düşünülmemiş, korku filmi olsun diye çekilmiş bir film olmuş. Caaanım Freddy'e yazık etmişler..


Son söz olarak: Büyüdükten sonra, "ben bu filmin nesinden korkuyormuşumki?" gibi cümlelerle korkularını hor gördüğüm küçüklüğüm; Bu filmin nesinden korkuyorsunki? Hahayt!

26 Mart 2012 Pazartesi

Geçmişin Tozlu Sayfalarından Neler Neler...


Yazıma başlamadan önce (yazıya çoktan başlamıştı, fakat o bunu bilmiyordu..enayi miydi?), saatlerin ileri alınmasından dün öğlen tiksinirken, akşam 19.00 olup da havanın hala kararmadığını gördüğüm zaman pek bir mutlu olduğumu belirtmek isterim. Günümden bir saat çalan evren, bana tekrar bir saatimi geri verdi. Eşeğimi kaybettirip buldurtunca sevindim resmen. Ekinokslar, coğrafi bi' şeyler.. bunlar kimin umurunda! Ne derler bilirsiniz; insanoğlu kuş misali.. Ya da, insanoğlu bi' garip derler..

Garip demişken, aklıma bir anım geldi.. Anlatmak istiyorum. Madem istiyorum, anlatıyorum..

Bundan yıllaaar yıllar önceydi(?);  Her yıl düzenlenen, büyük bir festival vardı, film festivali. Hala var mıdır, kim bilir.. Neyse işte, ben bu festivalde çalışmak istemiştim. Yanlış anlaşılmasın, gayet gönüllü olarak! Her şey para değildi o zamanlar.. Başvurdum falan filan derken, aradılar, toplantılarına çağırdılar. Gittim tabii. Dakika bir gol bir; benden, kati suretle yapamayacağım bir şey istediler. Gönüllü de çalışacak olsan, bazı kurumlar büyük beklentiler içerisinde olabiliyorlar. Vardır bir bildikleri.. Toplantıdan, aramayacaklarının farkındalığı içerisinde ayrıldım. 
Aramadılar da nitekim. Fekat, yaklaşık bir hafta sonra, festivali düzenleyen kurumdan biri, mail gönderdi. Festivalin bilmem nesinde görev almamı istiyorlarmış, bilmem hangi gün görüşmeye gelebilir miymişim.. Maili gönderen şahsından adı da, Emine olsun. "Gelirim elbette Mine Hanım!" dedim. Karşılığında, hatamın yüzüme vurulduğu, bol gülücüklü, hafif dalgalı yanıtın gelmesi kısa sürdü. Ben hatayı daha gönderirken fark etmiştim zaten ama, yapacak bi' şey yok.. Gülücüklü, şakalı, sözlü bir mailde benden olsun dedim, keşke "15.00'de Ayasofya'da olacağım" diyeceğim yede, "15.00'da Sofya'da olacağım" demeseydim (kurumun adı ayasofya oldu). Yine gülündü böyle yüzüme yüzüme. Hoş karşıladım, kendim de güldüm. Bilmem hangi gün gelince de, hevesli hevesli görüşmeye gittim.

Düşündüğümden daha ciddi bir kimseyle karşılaştım. O kadar da gülüşmüştük oysa! Neyse.. Çok beklemedim ve o "dakika bir gol bir" anını tekrar yaşadım. Dejavu derler.. O, kati suretle yapamayacağım tek bir şeyi yapıp yapamayacağımı sordu. "Bu bir şaka değilse, müsadenizle tokatı yiyeceksiniz!" dedim içimden. Dışımdan söylediklerim çok daha kibar, medeni şeylerdi. Yapamam dedim, özeti budur. Tıpış tıpış yollandım, çıktım çay içtim falan..

Düşünüyorum da, ard arda iki maili hatalı gönderen ben, komik ve haliyle gülünesiydim de, bile bile beni görüşmeye çağıran -üst üste iki defa çağıran- sevgili kurum kahkaha attırmıyor mu kimseye? Bana bir gülme gelmişti sanırım, sinirden.. Ama işte yıllaaar yıllar önce olunca insan bazı detayları unutuyormuş demek ki!

Saatlerde bi' güzel oldu böyle, değil mi?



23 Mart 2012 Cuma

Çikolata Parçacıklı Bir Dünya İstiyorsunuz; Farkındayım!



Acaba diyorum, bir kalıp çikolatayı tek başına yedikten sonra mutluluktan çıldıran kimse var mıdır? Bunu gerçekten merak ediyorum.. Hani bilinen, çikolatanın mutluluk verdiği ya, belki birilerini mutluluktan uçuruyordur da, kim bilir.. Ama o ben değilim, orası kesin. Çikolata yedim diye gözlerimin ışık saçtığı olmadı bugüne kadar.. Tamam, bir düşkünlük var ama.. Mutluluk da getiriyor mu bu düşkünlük?
Düşünelim!

Şöyle bir teori olabilirdi aslında: Malum, çikolatanın kalorisi bol. İnsanlara çikolata yedirip yedirip şişmanlatıp, sonrasında da dayıyorlar zayıflama  zımbırtılarını! Ve tabii çikolatanın diğer bir özelliği; sivilce yapıcı! Sivilce tedavisinde kullanılan ilaçlarda böylelikle geçinip gidiyor olabilirler.. Döngü bu şekilde devam ediyor.
Ve ben buna teori dedim değil mi? Hipotez bile diyemezmişim de, elimin ayarı yok.. Aklıma geleni yazıyorsam ne edeyim!

Evet, mutluluktan ağzı kulaklarına varmış, şişman, sivilceli insan topluluğu(!); çikolata severler! Çirkinleşmek pahasına çikolatadan vazgeçmemelerini takdire şayan buluyorum.. Tatlandırıcılı çikolata yiyenler ise, sonucuna katlanamayacaklarsa, uzak dursunlar! Hem çikolata ye, hem de form tut! Nerede var öyle dünya!

Neyse.. Mevzudan kopmayalım.
Vücutta mutluluk hormonu salgılıyormuş kendisi, o şekil bir alaka kurmuş mukaddes bilim insanları.. Doğrudur tabii.. Yani şimdi bilime de karşı çıkacak değilim. "Höst" derler, "çüş" derler! Sadece, genelde boğazına düşkün insanlarda böyle bir fazla neşe hali olur; fazla kızartma yemenin nasıl bir hormonu salgıladığını da açıklamışlar mıdır, diye de bir soru işareti yanıp yanıp sönüyor zihnimde.. Saygı değer bilim insanları?

Çocuklar da çikolataya çok düşkün olur. Hatta en düşkün olur. Mutludurlar aynı zamanda.. Ama onların kafaları pek çalışmadığından, mutsuz olmaları gerektiğini idrak edemiyor olabilirler.
Değerlendirme dışı kaldınız yine sabiler!
(çocuklarla ilgili söylediğim hiçbir şeyi ciddiye almayın.. sataşmayı seviyorum, o kadar)

Her neyse.. Çikolatayı çok sevmeme rağmen, mutluluğumla bir alakasını kuramamamdan ötürü bu bahsi açmış idim. Şimdi bakıyorum da, sivilcem yok, kilo problemim yok.. Çikolata bende etkisiz eleman gibi sanki. Haydan gelip huya mı gidiyordur nedir?

22 Mart 2012 Perşembe

Yalancının Mumu Söner Ama, Aramızda Kalsın!


Yalan söylemekle ilgili anlaşılmamış/yanlış anlaşılmış bir takım gerçekler var, ve sır saklamakla ilgili!

Önceliğim yalan söylemekle ilgili olsun:
Yalan, çok kötü, iğrenç berbat bir şey! İçerisindeki harflerden yalnızca birini değiştirince "yılan" oluyor.
Ne kadar talihsiz bir kelime ve korkunç!
Kişinin, kendi çıkarlarını korumak amacıyla söylediği zaman kötü, diğer durumdaysa(iyi amaçlara hizmet ettiği varsayımı) "beyaz" olduğuna da katılmıyorum. Gerçeği söyleme cesaretini göstermemek, gerçeği öğrenince kahrolacak insana katlanmak istememek, gerçeğin keyif kaçıracağını düşünmek, "bak, böyle ne kadar mutlular" demek... bunların hiçbiri beyaz değil!
Madem yalan, yalnızca bir başkasının iyiliği için söylendiği zaman mübah, sende bir kahinsin o halde! Yoksa nereden bilebilirsin iyi olacağını? Bilemeyebilirsin.. Muhtemel olan!
Ben yalan söylememek adına, susarım. Sen de öyle yap.. Yalancı olup ayıplanacağına, dürüst olup tartaklanacağına, sessiz ol! Bence..

Sır saklamaya geçelim...
Ben bu konuda gerçekten iyiyimdir; benden sır çıkmaz! Neden böyle olduğuyla ilgili de net bir fikre sahip değilim. Bir kaç tane ihtimal var açıkçası üzerinde durduğum:
Erdemli bir insanım! Bana anlattığına göre, demek ki güveniyor ve ben de bu güvene layık olmalıyım. Aksi halde şerefsizin önde gideni beride durmayanı olurum. Oysa ben ne yüceyim, birazdan da kanatlanıp uçacağım, inşallah!
Böyle olabilir..
Şöyle de olabilir:
Anlatıyorsun, anlatıyorsun ne güzel, ama benim umurumda bile değil! Sen de umurumda değilsin! Veli'de umurumda değil! Ayrıca düşünüyorum da, ben seni tanımıyorum galiba.. Arkadaşın mı yok, yalnız mısın? Veli komik bir isim! Bundan konuşmak zorunda mıyız? Dinlemiyorumkiiii!
Belki..
Ya da:
Hiç şüphen olmasın; sonsuza kadar bizim tatlı küçük sırrımız olarak kalacak. Taa ki bir gün sana işim düşüp de, sen, güvenilir dostuna gerekli destekde bulunmayana kadar! Bütün iletişim araçlarını kullanırım.. Mesajlar, e-postalar... Sosyal medyada rezil olursun! O yüzden dostum, akıllı ol!
Elbette bir neden olabilir, ama benim sır saklama nedenim değil.. Kesinlikle!

İyi bir şey, illede iyi olacak diye bir şey yok! Belki iyidir, olmayabilir de.. Davranışların alt metni de vardır ve
onu bilmeden, iyi ya da kötü denilemez, gibi bir düşünce.. Yanlış da düşünmüş olabilirim ama.. Sizce?





19 Mart 2012 Pazartesi

Görüşmeyle İlgili: Annenin Sözünü Dinle, Baban Seni İşe Almayacak!


Sabah 07:15'de, sevgili kız kardeşim M...... tarafından gelen, asabi bir seslenişin ardından (ben bir sesleniş duydum.. allah bilir kaç sesleniş!), bol güneşli, 15 dereceli(meteoroloji.. buna bilim derler!) güzel bir bahar sabahına uyandım. Uyanışım da güzeldi, uyanma amacımda.. Kalktım, giyindim kuşandım, saçımı başımı, makyajımı falanımı filanımı tamamladım, kahvaltımı yaptım, kahvemi sigaramı içtim veeee iş görüşmesi için hazırdım!

Enerjim yüksek, gülücükler saçıyorum etrafa.. Ayıp kaçmayacak olsa bi' kahkaha da patlatırdım.. Yine de yapardım ama katılan olmaz, bozulurum diye düşündüm. Yapmadım. Edepli bir şekilde sıramın gelmesini bekledim. Çok beklemedim, bi' on dakika kadar.. Ardından, görüşmeyi yapacağım şahs-ı muhteremin odasına girdim.

Bu aşamada annemden ve babamdan söz etmek istiyorum. Gayet de alakalı!

Hani ben giyindim kuşandım, saçımı başımı bi' hale yola soktum ya; anneciğimin bana ilk söylediği, "böyle çok küçük görünmüşsün.. en azından saçlarını..." gibi devam eden şeylerdi. Dinledim mi? Beni bilirsin adamım, asi bir ruhum var.. Dinlemedim tabii ki, anne-kız ilişkisindeki rolüme sadık kalarak!
Görüşmede, adamın karşısına geçtiğim o an, bakışı mimiği her şeyi bana bu iş için küçük olduğumu bağırdı, adeta! Konuşmama bile gerek kalmadı aslında. Zaten onun istediği kadar deneyimli olamazdım, yaşadığım yıllar yetmezdi; adamın gözünde..
Böyle bir önyargıyla başladı görüşme. Nitekim, görüşmenin kendisi de  önyargıyı destekler nitelikteydi, orası ayrı.

Gelelim babacığıma.
Efendim biz Rizeliyiz. Adamın kendisi de Artvinliymiş. Babam yaşındaydı. Babama benziyordu. Bence o da özünde inşaatçıydı. Değilse de, kariyer planlamasını çok yanlış yapmıştı.
Bunu neden söylüyorum; bizim oralı babaları bilirim. Kızları yaşındaki kızları pek ciddiye almazlar. Fazlasıyla babacan yaklaşırlar ve onların daha çoook büyümeleri gerektiğini düşünürler. Haliyle iş görüşmesine gittiğiniz zaman karşınızda böyle bir adam varsa, ona kendinizin ne kadar otoriter, iş bitirici, yerine göre sert, acımasız, kapitalizmin gönüllü neferi.. olduğunuzu anlatamazsınız, inandıramazsınız.
Hele ki gerçek bu değilse, mümkün değil!

Hala görüşmenin sonucunda işi kapıp kapmadığımla ilgili soru işaretlerin var ise, yazıyı bir daha oku!

16 Mart 2012 Cuma

Kim Bunlar?


Bazı şeyleri olmak kötü! Öncelikle, insanlar o şeyleri olumsuzluyor. Sonra o şeyler, belki olumsuz sonuçlar da doğuruyor. Her zaman doğurmuyor belki de, ama tecrübelerden yola çıkanlar doğuracağını söylüyor ve, o şeyler kötü oluyor. Onlara sahip olmak kötü..

O şeyler, hangi şeyler! Dengesiz olmak mesela.. Dengesiz davranışlar sergileyen birinin, ne özel hayatına ne de iş hayatına karşı güven duyulmaz. Sorumsuz olmak sonra.. ki şahsımın da tahammül edemediği durumdur kendisi. Ciddiyetsiz olmak, patavatsız olmak, kaypak(!) olmak... Kötü "şeyler" bunlar.
Kötü.. eyvallah, kabul ediyorum hadi.. ama o zaman aksi iyi olsun; o da değil. Dengeli, sorumluluk sahibi, hiçbir zaman ciddiyetinden taviz vermez ve nerede ne konuşması gerektiğini bilir! öööğğğk! Sıkıcı mısın bilader?

Sözüm, ciddiyetine zeval getirdiğim insanlara! Anlıyorum, çok mühim meselelerden bahsediyorsunuz. Patron niçin sizden bu kadar maaşla o kadar çalışmanızı bekliyor? Bunun üzerine saatlerce kafa yormalı, tartışmalı ve ardından patrona küfretmeliyiz. Evet, patrona küfredebilirim, gerçekten! Fakat, ne yazık ki, şirinler köyünde yaşamıyor oluşumuzun tek neden olduğunu ciddiyetle anlatamam! Olmaz! Zekanıza hakaret etiğimi düşüneceksiniz ve bu defa da ben nefret edilen kişi olacağım. Yok yaa!
Dünyayı kurtaracaksak, ciddiyetle kalkışırım işe. Ötesinde hiçbir şeyin espiri kaldırmaz olduğunu düşünmem! Budur!

Diğer şeyler sonra.. Sorumsuzluktan hoşlanmadığımı söyledim. Söyleyebiliyorum, çünkü sorumluluk sahibi olduğumu düşünüyorum. Peki ben bu kadar sorumluluk sahibiyken, o nasıl oluyor da sorumsuzca davranma lüksüne sahip? Her zaman demiyorum bakın! Bazı zamanlarda sorumsuzca davranmanın gerekliliğine inandım. Bazı zamanlarda insan sadece kendini düşünebilmeli. Sonucu kötü de olsa, birilerini üzse, kızdırsa bile! Ve sorumsuzluğun mağduru olabileceğimi bildiğim için, sorumsuzlara kılım! Tabii lükslerine duyduğum kıskançlık da var..
İğneyi de kendime batırdığıma göre, devam edebilirim..

Amerikan filmleri, evet! Onlar bir nevi kurtarıcı oldular yarattıkları anti kahramanlarla. Dengesiz, sorumsuz, ciddiyetsiz, patavatsız, kaypak... adamları baş tacı ettiler, biz de yedik! Böylece insanlar iç huzuruyla, "bana güvenme!" diyebildiler ve kendilerini New York'lu zannettiler.  Amerika yine dünyayı kurtardı, ciddiyetle!

Nasıl bağladım ama!